Bağ yolu, koyları, yöresel tatları, iyiden iyiye isim yapan mekanları… Ege Bölgesi’nin yeni incisi Urla, tatilcilerin ve bu kıyılara yerleşme hayalindekilerin bir süredir planlarında yer alıyor. Genelde rüzgarlı da olsa mavinin her tonuna kucak açan koyları, her durakta bir kadeh şarapla farklı tat duyularına hitap eden bağ evleri, “ot” kelimesine lezzetli anlamlar yükleyen zeytinyağlıları, geleneksel Ege mutfağına modern dokunuşlar konduran fine dining restoranları ve şehir merkeziyle kıyılara köprü olan harika konumuyla Urla’nın son yıllarda pek gizlisi saklısı kalmadı. Yaklaşık 15 sene önce buralarda 1 yılını geçirmiş, son yıllarda aile ziyareti nedeniyle sık sık uğrayan ben 🙋🏻♀️ eski günlerin “dutluk Urla”sına bugün baktığımda, her konuda geçirdiği büyük evrimi şaşkınlıkla izliyorum. Popülerleşme yolunda Urla’nın her bir taşı günden güne daha fazla değerleniyor, yeni mekanlar gurme listelerde yerini alıyor, özellikle sezonda metrekareye düşen insan sayısı hızla artıyor. Bu kalabalıklardan kaçıp sakin ve özgün keşifler yapmayı seven bizler de kendimize yeni alternatifler arıyoruz.
İşte Urla’nın köyleri buna güzel bir alternatif diyerek, her biri çok değerli bu köyleri keşfe çıktık. Farklı karakter ve özellikte kardeşlere benzeyen Urla köyleri; sosyal bilinci, yaratıcı girişimleri ve ürettikleriyle bize “başka bir köy mümkün” dedirtti. Rotamıza, Urla’nın en eski köylerinden Özbek’ten başlıyoruz.
Özbek Köyü
Yaklaşık bin yıllık bir geçmişe sahip Özbek Köyü’nün ismi sizi yanıltmasın, köyün yerlisi aslen Türkmen yörükleri. Efsaneye göre, yöreyi keşfe gelen komutan Uzbek’in ismi zaman içinde Özbek’e evrilmiş. Efsane diyoruz çünkü 1950’lerde Urla hükümet konağında çıkan bir yangınla köyün yazılı tarihi kül olmuş. Bugün elimizde kalan, sözlü olarak bugüne gelen anlatılar ve köydeki tarihi yapılardan çıkarılabilen bilgilerden ibaret.
Köy meydanında bulunan Özbek Keşkek Evi’nin sahibi Şerife Teyze, hikayenin başlangıcını şöyle anlatıyor: “Çaka Bey önce buraya muharebeye gelmiş. Sonra yöreyi beğenince karısını kızanını toplayıp buraya yerleşmiş.” Aslında köyün ilk yerleşim yeri, köyün biraz dışında kalan, denize nazır bir mevki; amaç denizden gelen düşmanı veya yabancıyı fark etmek tabii. Sonrasında köyde çıkan bir salgın sonrası tası tarağı toplayıp şu anki alana yerleşiyorlar.
Zamanında köyde yaşayan Rumlar’dan kalma taş evler köyün sokaklarında gezinirken göze çarpıyor. Köyde ayrıca cami, çeşme, hamam ve taş köprü gibi tarihi yapılar da bulunuyor. Zaman içinde tahrip olmuş bu yapıların bir kısmı restore edilmiş, bir kısmında çalışmalar devam ediyor. Biz gittiğimizde meydana iki sokak ötede konumlanan tarihi hamamda restorasyon çalışmaları sürüyordu.
Özbek Keşkek Evi
Köy meydanında bulunan dükkanlardan biri, sahibi Şerife Teyze ve ailesi ile muhabbet etmeden ve kuzu gerdan döşten yaptıkları keşkeği tatmadan dönmemenizi ısrarla tavsiye ettiğimiz Özbek Keşkek Evi. “Her yörenin keşkeği farklı” teziyle açılan uzun sohbetimiz boyunca kendilerinden köyle ilgili pek çok şey dinledik. Köy halkının en büyük arzusu, okumaya dışarıya giden köy gençlerinin eğitim alıp köye dönmeleri, yaşamlarını ve çalışmalarını burada sürdürmeleriymiş. Kendi çabaları ve aldıkları eğitimle köyü kalkındırma çabaları takdire şayan. Peki keşkeği nasıldı derseniz, tadı çok güzel ancak kıvamı bize biraz sulu geldi. Şerife Teyze’den öğrendiğimiz diğer bir bilgi, bu köyün salyangozuyla ünlenişi. Yaptıkları salyangozun çok sevildiğini, kendilerinin de sürekli tükettiğini söylüyor. Özbek’te salyangoz yemek için sonbaharın ilk yağan yağmurlarını yakalamanız gerekiyor.
Özbek Ot Festivali
Muhtarı da bir kadın olan köyde kadınların güçlü bir konumda olduğu hissediliyor. Şerife Teyze’nin öncülüğünde başlayan ve Cuma ve Pazar günleri kurulan köy pazarında kadınlar, ürettikleri meyve, sebze, baklagil, zeytin, ekmek, tarhana gibi pek çok ürünü satarak ev ekonomisine önemli bir katkı sağlıyor. Köyde ayrıca her yıl Mart ayında “Ot Festivali” yapılıyor. Pandemi dönemi hariç tabii… Pandemi biter de festival tekrar hayata geçirilirse, köye bu dönemde uğrayıp yörenin otlarıyla şöyle sıkı bir tanışma ayarlayabilirsiniz.
Köy meydanında ayrıca Özbek Taş Kahve ve çay ocağı bulunuyor. Biz deneyimlemedik ama Taş Kahve’nin kahvaltısı ve yöresel yemekleri de tavsiye ediliyor.
Özbek Akkum Plajı
Özbek Köyü’ne gelip köyün hemen aşağısında bulunan Akkum’a uğramadan olmaz. Sahil boyunca uzanan balık restoranları, her yerinden girilebilen denizi ve sakinliğiyle güzel bir yer burası. Denizi dalmak için gördüğümüz en iyi deniz olmasa da, kıyısında oturup bir öğlen rakısı veya soğuk bir birayı yudumlamak için çarşaf gibi uzanan masmavi bir denizi olduğunu söyleyebiliriz.
Barbaros Köyü
Urla’nın köyleri, her biri farklı karakterdeki kardeşler gibi demiştik ya; Barbaros Köyü de bizce bu kardeşlerin sosyal bilinci en yüksek olanı. Barbaros’tan önce Başköy, Sıradamlar gibi farklı isimleri de taşımış olan köyün alametifarikaları saymakla bitmiyor. Öyle ki, köyde gezerken değil ama köyün güzelliklerini dinlerken insan biraz yoruluyor.
Barbaros Oyuk Festivali
Oyuk Festivali’nden başlayalım. Barbaros Köyü’nde korkuluğa “oyuk” deniyor. Çınaraltı Kafe’nin sahibi Demet Hanım, köye değer katmak ve gezginleri bu bölgeye çekebilmek amacıyla bir festival fikri geliştirmek istemiş. Bir diğer amaç ise dışarıya hatrı sayılır sayıda göç veren köyde tarım faaliyetleri çok azaldığı için, tarımda verimliliği artırmak ve tarımın önemine bir hatırlatma yapmak. Demet Hanım’ın bahçesindeki korkuluk, fikrin fitilini ateşlemiş.
2016’dan beri düzenlenen korkuluk temalı festivalde, üstlerinde sosyal mesajların bulunduğu korkuluklar köy meydanında sergileniyor, festival sonrasında da köy sokaklarına yerleştiriliyor. Köyün girişinden itibaren her köşe başında bir korkuluk sizi selamlıyor. Festivalin çıkış noktası, tarımsal kalkınma konusuna çare arayan diğer köylere ilham verecek türden; konsepti ise bizce ileride kültür mirası listesine girebilecek bir yaratıcılık barındırıyor. Şimdi herkes festival coşkusuna tekrar kavuşmak için pandeminin bitmesini bekliyor.
Çat Kapı Evleri
Köyün bir diğer özelliği, evlerin avlu ve bahçelerinin düzenli ve güzel olması için gösterilen çaba. Buradan hareketle, takdire şayan bir girişim hareketiyle bu bahçelerin bir kısmı özenle süslenerek küçük birer işletmeye çevrilmiş ve “Çat Kapı Evleri” adında bir gelenek başlamış. Pandemi döneminde hizmet veremiyor olsalar da normal zamanda çat kapı evi belirlenen evlere gidip cüzi bir ücret karşılığında sofralarına konuk olabiliyorsunuz.
Patlıcan balığı, katmer, çalkama, dönemine göre farklı reçeller… Çat kapı evlerinin mutfaklarından neler çıkıyor neler. Biz fotoğraf çekebilmek için izinle girdiğimiz Semra Hanım’ın çat kapı evinde ayaküstü mis gibi leziz bir gül şerbeti içtik. Yiyememiş olsak da Semra Hanım’dan patlıcan balığının aslında patlıcanla yapılan bir çeşit pizza olduğu bilgisini de aldık. Gidip de patlıcan balığı sipariş edip balık bekleyenlerden olun istemeyiz. 🙃
Hobbit Evi
Burası köyün bir diğer sıra dışı alanı. Filmden ve filmin felsefesinden ilhamlanan Sinem Hanım, pansiyon ve restoran olarak hizmet veren el emeği göz nuru mekanı titizlikle yaratmış. Burası aynı zamanda İstanbul Balat’tan tanıdığımız çocuk aşevi Hobbit House’un kardeşi. Buradan elde edilen gelirle çocuklar için kütüphane kurulması destekleniyor. Üst katta bulunan “anane odası” bizi çocukluğumuza ışınlıyor, ananemin köy evinin avludan çıkılan üst katına açılan bir oda sanki… Yardımlaşma anlayışı ve iç mekan tasarımıyla ilham veren Hobbit Evi, nostaljinin tavan yaptığı bir alan.
Köy meydanında bulunan Barbaros Köy Evi, hem kafe olarak hizmet veriyor hem de karakılçık ekşi maya ekmeği gibi yöresel ürünlerin satışını yapıyor. Hemen karşısındaki Çağdaş Kafe’de yiyebileceğiniz yarım beyaz ekmeğe sucuklu tost ve Oyuk Festivali’nin fikir annesi olan Demet Hanım’ın sahibi olduğu Çınaraltı Kafe’de içebileceğiniz bir Türk kahvesi, köyden ayrılmadan yapılacaklar listesinde yerini alıyor.
Yağcılar Köyü
Selanik göçmenlerinin kurduğu, sanat ve huzur dolu bir köy Yağcılar. Dört tarafı çam ormanlarıyla çevrili; küçücük meydanı, bir kahvesi ve bir köy bakkalı ile minicik bir köy. Kendisi küçük olmasına karşın, 2013 yılından beri (pandemi dönemi hariç ☹️) dünya çapında bir sanat etkinliğine sahne oluyor.
Eski Ev Yeni Sanat Uluslararası Plastik Sanatlar Sempozyumu’nun yaratıcısı, Bağ Yolu rotasında da bulunan Urla Bağ Evi. Her sene evrensel bir konunun işlendiği sempozyuma yerli ve yabancı pek çok sanatçı dahil oluyor. Köy halkını da içine dahil eden bir anlayışla sürdürülen etkinlik; resim, heykel, fotoğraf gibi sanatın farklı disiplinlerinde çalışmalar üreten sanatçıları ağırlıyor.
Urla Bağ Evi
Sürdürülebilir bir anlayışla inşa edilen Urla Bağ Evi, hem otel hem de restoran olarak hizmet veriyor. Arka tarafında üzüm bağları, diğer tarafında ormanların uzandığı manzarasıyla insanı inzivaya çağıran taş yapıda konaklayamasanız bile restoranında bir akşam yemeğini, hiç olmazsa şahane şaraplarını mutlaka deneyimleyin.
Bademler Köyü
Son olarak, Urla’nın bizce en entelektüel köyü Bademler’deyiz. Bir Alevi köyü olan Bademler’i gerçekten anlatmak istesek sayfalar sürer. Tiyatrosu, kütüphanesi, oyuncak müzesi, sıfır atık bilinci, eğitim seviyesi ve daha sayamadığımız özellikleri ile benim diyen şehirlere taş çıkaran bir köyden bahsediyoruz; güçlü bir karaktere sahip, kendini çok iyi geliştirmiş bir kardeş. 😊
Sokaklarının temizliği ile dikkat çeken Bademler’de ekoloji bilinci çok yüksek. Atıklarını ayrıştıran ve köylerini temiz tutmak için büyük çaba sarf eden Bademler, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca da ödüllendirilmiş. Meydanda pet, kağıt, pil vb. atıklar için ayrı kutular görebilirsiniz.
Eskiden geçimini tütüncülükle sağlayan Bademler halkı susuzluk sorunu ve tütünden yeterli maddi geliri alamayınca 1962’de bir kalkınma kooperatifi kuruyor. Şu an köyün en önemli geçim kaynağı çiçek. Köy halkının önemli bir kesimi, geçimini kooperatifin seralarında yetiştirilen çiçekten sağlıyor.
Bademler Tiyatrosu
1930’larda Bademler’e yerleşen bir öğretmenin öğrencileriyle başlattığı tiyatro bilinci; bugün profesyonel bir tiyatro topluluğuna dönüşmüş. Tüm oyuncu kadrosu köy halkından oluşan ekip, her yıl en az 1-2 oyun sahneliyor, turlara çıkıyor. “Türkiye’nin ilk köy tiyatrosu” sıfatını gururla taşıyan tiyatronun 160 kişilik bir salonu var. Ayrıca güzel havalarda oyunlara mekan olan; konser, seminer gibi etkinliklerin düzenlendiği büyükçe bir bahçesi de mevcut.
Pandemi nedeniyle son 1 yıldır ömründe belki de ilk kez oyunsuz kalan Bademler sahnesinin hem görevlisi hem de oyuncusu olan Sadık Abi, bizi tiyatronun tarihiyle tanıştıran kişi. Köydeki tiyatro tutkusunu anlatırken verdiği şu bilgi ise çok değerli: Köyde ölen bazı kişilerin mezar taşlarına oyundaki karakterlerin ismi yazılıyormuş.
Bademler Tiyatrosu’nun binasına girdiğinizde, duvarlarda oyuncuların fotoğrafları, köyde tiyatro devrimini başlatan öğretmen Mustafa Anarat’ın ailesi ve öğrencileriyle fotoğrafları, bugüne kadar oynanan oyunlardan bazılarının afişleri ve tiyatronun geçmişine ışık tutan eski fotoğraflar yer alıyor. Bu alan, zamanda yolculuk tüneli gibi. Tünelin sonunda 160 kişilik kapasitesiyle tiyatro salonuna ulaşıyorsunuz, kalabalık zamanlarda eklenen sandalyelerle daha fazla kişinin oyun seyredebildiğini söylüyor Sadık Abi. Bademler’in bizdeki yerinin biraz daha ayrı olmasına bir sebep, Metin Erksan’ın çok sevdiğimiz “Susuz Yaz” filminin bu köyde çekilmiş olması. Köy hem oyuna sahne, hem filme set olmuş…
Yasaksız zamanlarda Bademler’e tekrar uğrayıp burada bir oyun izlemek dileğiyle tiyatro binasından ayrılıyoruz.
Musa Baran Çocuk Oyuncakları Müzesi
Bademler’de ilkler bitmiyor… Türkiye’nin ilk oyuncak müzesi de burada. Müzenin yaratıcısı Musa Baran, Selçuk ve İzmir’de müze müdürlükleri yapmış, emekli olduktan sonra doğduğu köy olan Bademler’e yerleşmiş ve 1990’larda bu müzeyi kurmuş.
Biz gittiğimizde kapalı olduğu için maalesef müzeye giremedik. Ama öğrendiğimiz kadarıyla müzede sergilenenler arasında Musa Baran’ın çocukluğundan objeler, köy yaşamının olanaklarının elverdiğince ağaçtan oyulmuş, daha doğal, mekanikleşmemiş ya da fabrikasyon olmayan oyuncaklar, Musa Baran’a çocukluğunda Japonya’dan gönderilmiş oyuncaklar bulunuyor. Bademler’e geldiğinizde müze açıksa mutlaka uğrayın.
Bizim rotamızın sonuna geldik. Urla’nın köyleri elbette bunlarla sınırlı değil, bizim gezemediğimiz çok daha fazlası var. Siz vakit bulursanız buralara da uğrayın. Daha önceden gittiyseniz yorumlara yazın, bu hikayeyi birlikte büyütelim.
Birkaç Not
- Köylere nasıl ulaşılır?
Özel aracınız varsa, zaman zaman şahane orman yollarını, boylu boyunca uzanan zeytin ağaçlarını bazen de masmavi koyları seyrederek bu köylere ulaşabilirsiniz. Aracınız yoksa pek çoğuna İzmir merkezden belediye otobüsü ile veya Urla merkezden minibüsler ile gelebilirsiniz. - Organik pazarlar
Urla’nın köylerinin ortak özelliği meydanlarında kurulan organik pazarlar. Bu pazarlardan yöreye özgü meyve ve sebzeler, reçeller, ekmekler, tarhana gibi pek çok yöresel ürün satın alabilirsiniz. Pazarların kurulduğu günler değişebiliyor, o sebeple net bir bilgi veremiyoruz.
Son söz: Gezdiğimiz köylerin isimlerini Google’da aratırsanız sayfalarca satılık arsa, lüks villa ilanı görebilirsiniz. Popüler dizilere de ev sahipliği yapan bu köylerin vadettiği doğal ve huzurlu yaşam hayali, her gün yeni imarların açılmasına ve maalesef kontrolsüz yapılaşmaya yol açıyor. Köylerde yaşayan bir kısım bilinçli insan ise bu dokunun bozulmaması için sürekli bir çaba gösteriyor. Umarız bu emekler sonuç verir. Diğer yandan bu köyler, küçük imkanlarla büyük hayallerin gerçekleşebileceğini bize kanıtlıyor. İlham dolmak için mutlaka ziyaret listenize kaydedin.