Hayatta tek bir seyahat tipi kalacak ve diğerleri yavaştan yok olacak deseler büyük ihtimalle kararsız kalacağımız birkaç seçenek arasında roadtrip yapmak olurdu. Hazırlanma sürecinden kemerleri bağlayıp yola çıktığımız o ilk ana kadar bizi bu kadar heyecanlandıran ve dönüşünde bu denli doyuran (ve yoran 🙃) başka bir yolculuk yok herhalde. Elbette yurt dışında backpack usulü birçok şehir görmek de buna benzer bir heyecan yaratıyor ama yine de roadtrip yapmanın yarattığı duygular başka… Bir de üstüne uzun yolculuklara çıkıp yol üzerinde merakla keşfede keşfede ilerlemek ve hayranlık uyandıran manzaralarla karşılaşmak konusunda öyle bir cennette yaşıyoruz ki roadtrip seçeneğini en başa biz (Türkiye’de yaşayanlar) almasın da kim alsın… Ülkece yaşadığımız ekonomik buhranlar olmasa, ülkenin kuzeybatısından girip güneydoğusundan çıksak, ayak basmadık köşe bırakmasak, sizlere de sürekli roadtrip yapmayı övüp deneyimlerimizi paylaşarak üzerinize bol bol ilham atabilsek keşke ama maalesef bir mucize olmadığı müddetçe yavaş yavaş ilerleyip sindire sindire anlatacağız.
Bu yazının rotası ise İstanbul’dan başlayıp kuzeyden güneye, Akdeniz’in harikalar diyarı Kaş’a kadar indiğimiz İç Ege turu. Bu rotada Bursa, Kütahya, Uşak, Denizli ve Burdur’u içine alan, şehirlerden ziyade çevresindeki doğal ve kültürel alanları kapsayan bir harita var. Yani bu rota, arabayla İstanbul’dan Akdeniz’e inme planı yapanlar için planları 3-4 gün uzatma sebebi veya direkt olarak Türkiye’nin muazzam roadtrip rotalarından birini deneyimlemek isteyenler için biçilmiş kaftan.
Table of Contents
4 Günlük İç Ege Rotası
Biraz rotadan bahsetmek gerekirse, İstanbul’dan çıkıp soluğu Kaş’ta aldığımız bu roadtrip boyunca aşağıda detaylarına girdiğimiz tüm duraklara uğrayarak 4 gün boyunca 17 saatlik araba yolculuğuyla yaklaşık 1100 kilometre yol kat ettik. Yol üzerinde 5 şehrin sınırları içerisinde 5 antik kent, 2 göl, 2 kanyon ve daha pek çok kültürel miras ve doğal harika ile tanışarak ilerledik. Geceleri Uşak, Pamukkale ve Salda’da konakladık. Yazının sonunda bu seyahatin bütçesi konusuna gireceğiz ama şunu en başta söylemek lazım, mümkünse yola 4 kişi çıkarak bütçeyi hafifletmek candır. Şunu da ekleyelim, bu rota tamamen bizim zevklerimiz ve vakit sınırlarımıza bağlı kalarak yaptığımız bir planlamadan oluşuyor. Elbette bu yolculuğa farklı duraklar eklenebilir veya var olanlar eksiltilebilir. Bizim gidemediğimiz ama zaman olsa kesin uğrardık dediğimiz yerleri de olması gereken yerlere not ediyoruz.
Bu roadtrip hangi mevsimde yapılır sorusunun cevabı ise kesinlikle ilkbahar veya sonbahar ayları olur. Biz Haziran ayının ikinci haftası yollardaydık. Hava konusundaki şanssızlığımız yine devreye girdi ve yağmurlu çamurlu ve fırtınalı anlarımız oldu. Ancak iklimlerin krizini de hesaba katarsak artık havada her an her şeyin olabileceği gerçeğini bir kenara koyarak normal şartlar için bahar ayları diyelim biz. Eğer siz de bu rotayı Kaş ile sonlandıracaksanız Mayıs-Haziran veya Eylül-Ekim aylarını kesinlikle tavsiye ederiz.
Hazırsanız yolculuk başlasın! 🚙
Roadtrip Durakları
1. Gün: Bursa – Aizanoi – Uşak
Bursa
İstanbul’dan saat 6-7 civarı yola çıkıp birkaç saat sonra Bursa’ya vardığımızda elbette hedefimiz şehrin başarılı lezzet duraklarında kahvaltı yapmaktı. Önce soluğu Kardeşler Pide Fırını‘nda aldık. Burada Bursa’ya özgü Tatar asıllı bir çeşit pide olan cantık ve pide yedik. Önerir miyiz? Kesinlikle! İkisinin de hamuru incecik ve taş fırından çıktığını belli eden enfeslikteydi.
Oradan tatlıya, Tarihi Taş Fırın‘a geçtik. Amaç sadece Bursa tahanlısı yemek iken biz kendimizi yancı olarak simit ve çeşit çeşit böreği de gömerken bulduk. Simit ve börek orta seviye, tahanlısı ise üst seviyedeydi. Bu arada fırının önünde yaklaşık 15 dakika sıra bekledik, diyorlar ki yine iyi beklemişsiniz. Bilginiz olsun.
Bunca güzel lezzetin üzerine harika bir atmosferde kahve içmeye şehrin en sevdiğimiz köşelerinden Kozahan‘a yol aldık. 1491 yılında Sultan 2. Beyazıd tarafından dönemin en ünlü mimarlarından Abdül ula bin Pulat Şah’a yaptırılan han, bizce Bursa’nın hala en yeşil ve en güzel yapılarından. Geniş, dikdörtgen bir avluyu çevreleyen 2 katlı handa ipeğin her türlüsünü bulabileceğiniz dükkanlar da var. Yani şehirden kopup Kozahan’ın yemyeşil avlusuna sığınmak burada yapılabilecek en iç açıcı aktivitelerden. Son olarak Bursa’ya gelmişken -yapılacak daha tonla şey olsa da- tarihi çarşılı köprüyü ziyaret etmeden olmazdı. 1442 yılında inşa edilen Irgandı Köprüsü‘nün üzerinde boylu boyunca dükkanlar sıralanıyor. Floransa ve Venedik gibi şehirlerde benzerleri bulunan Irgandı, dünyanın en eski çarşılı köprüsü oluşuyla öne çıkıyor. Çarşı içindeyken köprü nerede gibi akıl bulanmaları yaşanabilir, çarşıdan çıkıp köprüyü uzaktan izlemeyi unutmayın. 🌝
Aizanoi Antik Kenti
Bursa’dan yola çıktıktan sonra 3 saat uzaklıktaki Aizanoi’ye, yani rotanın en merak edilen duraklarından birine vardık. Kütahya’nın Çavdarhisar ilçesindeki Aizanoi Antik Kenti, ilkleriyle önemli bir kent, öneminin onda biri kadar değerinin bilinmemiş olması üzücü… Antik Frigya’ya bağlı yaşayan Aizanitis’lerin ana yerleşim yeri olan Aizanoi’nin geçmişi M.Ö. 3. yüzyıla tarihleniyor. Efes, Bergama, Side gibi kentlerle çağdaş olan Aizanoi halkı sonrasında Bergama ve Roma egemenliği altında yaşamış. Kentin önemine önem katan ilk yapı, M.S. 1. yüzyılda yapılmış olan ve bugün dünyadaki benzerleri arasında en iyi korunmuş olanlarından ve en sağlamı sayılan Zeus Tapınağı. 55×35 metrelik bir podyum üzerine inşa edilmiş olan tapınağın üzerine çizilmiş hayvan resimleri görülebiliyor. Tapınak bugün gerçekten dimdik ayakta; tek katlı köy evlerinin, keçilerin ve ineklerin, tarlasını süren çiftçilerin ortasında binlerce yıllık görkemiyle göğe uzanıyor.
Tapınağın altında Roma mimarisinde eşi benzeri olmayan bir bölüm daha var: Bir pagan tapınağı veya kehanet merkezi olduğu düşünülen büyükçe bir oda. İçeride mezar taşları, sunaklar, lahitler vs. var ve çoğu çok iyi durumda. İçeriyi mistik bir müzik eşliğinde geziyorsunuz.
Tapınaktan çıkıp 5 dakikalık bir yürüyüşle havuz ve hamamların olduğu bölüme geliniyor. Buralar biraz atıl kalmış… Biraz ilerleyince 15000 kişilik antik tiyatro ve ona birleşik nizam inşa edilmiş 13500 kişilik stadyuma ulaşılıyor. Kentin bir başka özgün yanı da bu. Tiyatro ve stadyum henüz çok iyi ayağa kaldırılmış değil.
Sonrasında arabaya atlayıp 7-8 dakika uzaklıkta köyün içerisindeki dünyanın ilk borsası olan Macellum’u görebilirsiniz. Bir ilk daha… Borsanın tam karşısında da kentin sütunlu caddesi mevcut. Yan tarafta akan çayın içerisinde bile antik kalıntılar var. Ortam şahane…
Antik kent gezinizi bu noktada bitirdikten sonra eğer günlerden bir hafta sonu günü ise antik caddenin hemen yanındaki Çavdarhisar Köy Evi‘ne uğrayıp bir yorgunluk pizzası yiyebilirsiniz. Ekşi maya hamuruna pizza fırınında yapılan pizzaları çok övülüyor, fakat maalesef bizim gidişimiz bir hafta içine denk gelmişti. Bir dahaki sefere Cumartesi veya Pazar günü gidileceği kesinleşti…
Uşak
İlk günün akşamında son durağımız Uşak şehir merkezi oldu. Uşak’ta kalmamızın sebebi bir önceki ve bir sonraki duraklarımızın tam ortasında oluşuydu. Aizanoi’den Uşak merkeze yaklaşık 1 saat sürüp akşam yemeğimizi yemek öncesi ikramları arasında keşkek olan 😍 Ezogelin Restoran‘da yedik. Menüsünde kebaplar, ızgaralar, güveçler vs. olan güzel bir mekan kendisi. Fiyatlar şehir geneline göre belki bir tık fazla ama İstanbul’dan gelenler için ortalama diyebiliriz. Uşak’ta konaklama için fiyat/performans açısından gayet memnun kaldığımız Yücel Otel‘i öneririz. Ülkenin her bir noktasında maalesef her bir ürün ve hizmetin fiyatları uçak modunda olduğundan temiz ve merkezi olsun bizim olsun desturuyla bu otelde kalmayı seçtik. Otelden sabah 8’de çıkış yapıp kahvaltıyı bizce çorbaların kralı tarhana ile yapmak için merkezdeki Tarhana Baba‘da soluğu aldık. Uşak, tarhanası ile ünlü bir şehir, buradaki tarhana ise içinde çorbanın alametifarikası olan tarhun otu olmasa da lezzetliydi. Porsiyonda yanında haşlanmış nohut ve turşu ile gelen tarhanadan paketlenmiş olarak alıp eve de götürebiliyorsunuz. Harika hediye de oluyor.
Ve 2. günümüz tarhananın verdiği mutlulukla başlıyor.
2. Gün: Işıklı Gölü – Clandras Köprüsü – Ulubey Kanyonu – Blaundus Antik Kenti
Işıklı Gölü
2. günün ilk durağı, yıllardır fotoğraflarını ve videolarını göre göre meraktan öldüğümüz Işıklı Göl oldu, sonunda kavuştuk. Uşak’tan yaklaşık 1 saat uzaklıkta, Denizli’nin Çivril ilçesinde yer alan göl, üzerinde açan sayısız nilüferle meşhur. Özellikle drone ile çekimde harikalığın boyutları iyice ortaya çıkıyor ama maalesef bizim tekne yolculuğumuzun son kısımları fırtınaya göz kırptığı için drone’u kaldıramadık. Yine de minik teknemizle dağlarla çevrili gölde önce süsenlerin sonra nilüferlerin ortasında akıp gitmek baya masal gibi bir şeydi. Nilüferler Mayıs ayının başında açmaya başlayıp Ağustos ortalarında veda ediyor. Haziran-Temmuz ayları en iyi dönemmiş, yolculuğa bu dönemde çıkarsanız bizce bu rotanın olmazsa olmazlarından bir deneyim yani… Nilüferler sabahın ilk ışıklarıyla açıp akşama doğru kapanıyorlar. Biz sabah 9 gibi açıldığımızda hepsi bize bakıyordu. Gölün çevresinde karşılıklı iki tekne turu alanı var. Biri uzun tur yapıyor, tekneyle açılıp önce kuş adasına (burada karabatak, martı gibi balıkçıl kuşları ve leylekleri görebilirsiniz) oradan sazların ve süsenlerin arasından yapacağınız uzun bir yolculuğun ardından nilüferlerin olduğu alana varıyorsunuz. Bu tur 2 saate yakın sürüyor. Büyük Menderes’in gölle buluştuğu alandan kalkan (haritada böyle bakabilirsiniz) bu teknelerin ücreti 300 TL. 4 kişiye kadar binilebiliyor. Rezervasyon için Ali Kaptan’ı arayabilirsiniz (0535 287 8290). Kısa olan tur ise gölün karşı yakasından yapılıyormuş, 25 dakika süren ve 200 TL ücreti olan bu turda hızla nilüfer alanına gidip 5-10 dk duraklayıp dönülüyormuş. Burada tekne için sıra beklemeniz gerekiyor. Biz uzun turu yaptık, f/p açısından çok daha iyi olduğu aşikar. Göl aynı zamanda harika bir ekosisteme sahip. Göçmen kuşlara yuva. Şansınız varsa martıların rüzgara karşı yaptığı dansa veya leyleklerin hava gösterisine de şahit olabilirsiniz. Bizim vardı. 😊
Clandras Köprüsü
Işıklı Göl’den sonra direksiyonu tekrar Uşak sınırlarına çevirip 1 saat uzaklıktaki tarihi Clandras Köprüsü’ne doğru yol aldık. Köprüye varmadan önce öğle yemeği molası için Clandras Park Restoran‘da durduk. Yağda balık ve balık güveçten oluşan denemelerimiz başarıyla sonuçlandı. Oradan birkaç dakika uzaklıktaki tarihi köprüye (Cılandras da deniyor) vardık. 2013 yılında restore edilen yemyeşil bir doğanın içindeki köprünün yapılış tarihi bilinmiyor ancak Frigyalılar veya Lidyalılar tarafından yapıldığı sanılıyor. Altından şarıl şarıl bir nehrin aktığı ve yanında küçük bir şelalenin köpürdediği köprü öyle bir doğanın içinde ki insan, “biz nerdeyiz, burası Karadeniz mi?” diye şaşakalıyor. Hem köprünün üzerinden, hem karşısındaki seyir terasından manzaralara dalıp gitmeyi atlamayın.
Ulubey Kanyonu
Clandras’tan yola çıkıp yarım saat uzaklıktaki Ulubey’e vardığınızda dünyanın en büyük ikinci kanyonunu görebileceğinizi biliyor muydunuz? 2013’te tabiat parkı ilan edilen Ulubey Kanyonu, yine bu listenin değeri bilinmemişler derneğinin bir üyesi bizce. 77 kilometrelik uzunluğuyla ABD’deki Grand Canyon’dan sonra dünyanın ikinci büyük kanyonu olarak kayıtlara geçen Ulubey, Büyük Menderes grabeninin çökmesiyle oluşmuş. Genişliği yer yer 100-500 metrelere ulaşan kanyonun üzerinde antik çağ, Osmanlı ve Selçuklu dönemlerinden kalıntılar mevcutmuş. Şimdilik sadece 2015’te inşa edilen 150 metre yükseklikteki cam seyir terasına 10 TL karşılığında çıkıp izlenebilen (dünyanın en saçma uygulaması olan ayaklara galoş giymek şartıyla) kanyonda umarız gelecekte kaya tırmanışı, trekking, yamaç paraşütü gibi gelenlerin kanyonu layıkıyla deneyimlemesi sağlanacak ve kanyonu dünyaya tanıtmaya yarayacak kaliteli aktiviteler hayata geçer. Şimdi ne var derseniz, cam teras haricinde bulunduğu yerle ilgili hiçbir ilgisi, manası, espirisi olmayan ve son zamanlarda Türkiye’nin görülmeye değer harika noktalarında pıtrak gibi çoğalan “ters ev”lerin yine çirkin bir örneği kanyonun dibinde yükseliyor….. Bu arada kanyona geldiğinizde bir de yeme-içme işini çözebileceğiniz bir işletme olduğunu da söyleyelim. Biz sadece kahve vs. içtiğimiz için yemekleriyle ilgili yorum yapamıyoruz.
Blaundus Antik Kenti
İsmiyle ilgili farklı kaynaklarda Blaundos ve Blaundus şeklinde iki farklı yazımın olduğu, dünyanın en ıssız ve mistik antik kenti seçtiğimiz Blaundus 2. günümüzün son görülecek yeri oldu. Kanyondan 20 dakika uzaklıkta, yüksek bir tepeye kurulmuş olan antik kent, çevresinde hiçbir yerleşim yeri olmaması, biz gittiğimizde güvenlik görevlisi dahil yaşayan bir kişinin dahi alanda olmayışı ve şimşeklerle kol kola gelen fırtınanın kapıya dayanması sebebiyle bize aşırı fantastik dakikalar yaşattı. Blaundus M.Ö. 334’te Makedon Krallığı döneminde Frigya sınırına yakın bir bölgede, Lidya sınırları içinde kurulmuş. Bergama’nın sınır şehriyken M.Ö. 189’da Roma İmparatorluğu hakimiyetine girmiş. Kale, tapınaklar, tiyatro, kaya mezarları gibi birtakım yapıların tamamen olmasa da bir miktar gün yüzüne çıkarıldığı kentteki kalıntıların İngiltere’deki Stonehenge’e benzeyen çok ikonik bir görünümü var. Ülkedeki diğer antik kentler kadar büyük ve görkemli olmasa da bizce Blaundus’un kendine has bir aurası olduğu su götürmez bir gerçek.
⭐️ Blaundus Antik Kenti'nden sonra listemizde bir de İmren Deresi/Taşyaran Vadisi vardı ancak hem vakitsizlik hem de havanın kötüleşmesi sebebiyle gidemedik. Türkiye’de ender bulunan jeomorfolojik şekillerin, yüzlerce yılda oluşmuş ilginç formdaki kayalıkların görülebileceği vadiye Blaundus'tan 1 saatte gidilebiliyor.
Pamukkale
Ertesi gün Pamukkale travertenleri ve Hierapolis Antik Kenti turumuzla güne başlayacağımız için 2. gün konaklama yeri olarak Blaundus’tan 1,5 saat uzaklıktaki Pamukkale merkezi seçtik. Açıkçası Pamukkale’nin merkezini biraz atıl, ilgilenilmemiş bulduğumuzu söylemeliyiz; dünyadan milyonlarca insanın akın ettiği bir kasabanın daha temiz ve gelişmiş olmasını beklerdik.
Akşam yemeğini merkezdeki Teras Mantı Evi‘nde yedik. Mantı ve sarmadan oluşan menümüz gerçekten güzeldi, uzun zamandır bu kadar başarılı el açması mantı yemediğimizi itiraf edelim. Mekanın kredi kartı ile ödemeye 10TL komisyon alması gibi birkaç negatif yaklaşımı olduğunu da not edelim ki giderseniz bizim gibi şaşırıp kalmayın. Akşam, Pamukkale’de hayvan dostu, fiyat/performans açısından başarılı bir otel olan Venus Otel‘de konakladık. Vaktiniz varsa havuzuna dalabilir, akşam da havuz kenarında yorgunluk biralarınızı tüketebilirsiniz.
3. Gün: Pamukkale / Hierapolis – Laodikeia Antik Kenti – Denizli
Pamukkale / Hierapolis
3. günün sabahında otelde kahvaltımızı yaptıktan sonra direksiyonu, Türkiye’nin turizm tanıtımlarında yer alan meşhur yapı ve alanlar listesinde yıllardır Efes ve Kapadokya ile ilk 3’e girdiğine emin olduğumuz Pamukkale travertenlerine çevirdik. Elbette amacımız sadece ismiyle müstesna Pamukkale travertenlerini görmek değil aynı zamanda travertenler ile koyun koyuna uzanan, antik zamanlardan kalma devasa bir kent olan Hierapolis’i de görmekti.
Devasa bir alana yayılmış olan travertenler ve antik kente giriş Müzekart ile ücretsiz. Kent epey büyük. Biz arabayı park ederek Güney kapısından girip nekropolün olduğu Kuzey kapısına kadar gidip döndük. Arabasız geldiyseniz Kuzey kapısından çıkış yapabilirsiniz. Hem travertenlerde vakit geçirmek hem de tüm antik kenti gezmek için bizce 1 gün bile az. Bizim sadece 2-3 saatimiz vardı ve bu yüzden girişte üstü kapalı 3 kişilik elektrikli motorlardan kiraladık. Motorlar 2 saat için 380 TL, 7-8 kişilik ve şoförlü golf arabaları ise 1 saatlik 530 TL’ye kiralanabiliyor.
Binlerce yıl önce termal suların havayla teması sonucu meydana gelen ve donmuş şelalelere benzeyen travertenler, teras biçimli havuzlar oluşturuyor. Travertenlerin bir kısmı açık ve buradaki havuzlara girilebiliyor. Hierapolis halkı da şifalı olduğuna inandığı Pamukkale’yi termal sağlık merkezi olarak kullanmış. Bergama’nın kurucusu Telephos’un karısı Hiera’nın ismini alan kent, Bergama Kralı 2. Eumenes tarafından MÖ 2. yy’da kurulmuş. MS 80’de Hz. İsa’nın havarilerinden Aziz Philip burada öldürülmüş, bu yüzden Hristiyanlar için önemi büyük.
Kalıntıların büyük bölümü Roma döneminden kalan Hierapolis, Pamukkale Travertenleri’yle beraber 1988’de hem kültürel hem doğal miras olarak UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınmış. Kentte 2 bin yıl önce yaşanan bir depremle oluşan antik havuz Kleopatra, bugün görkemiyle hala büyüleyen MS 3. yy doğumlu antik tiyatro, lahit ve mezarlarla dolu nekropol, 3 kemerli Frontinus kapısı ve ardındaki ana cadde görmeden dönülmemesi gereken alanlardan. Antik çağda gerçekleşen bir depremin meydana getirdiği antik havuzda yüzülebiliyor, bu deneyimi atlamamak için bizim gibi yapmayın ve buraya mayolarınız içinizde gelmeyi unutmayın…
Laodikeia Antik Kenti
Pamukkale’ye 17 dakika uzaklıkta bulunan Laodikeia Antik Kenti, yolculuğumuzdan birkaç ay önce bir haber ile karşımıza çıkmıştı. Kentte bulunan 2200 yıllık antik tiyatro, kazı çalışmalarının sonucunda 3 yıl gibi bir sürede restore edilerek açılmış ve hatta açılışa özel yaklaşık 15 bin kişinin katılımıyla İzmir Devlet Senfoni Orkestrası özel bir konser gerçekleştirmişti. Konsere dahil olamasak da bu görkemli tiyatroyu ve 3. yüzyılda Seleukos Kralı II. Antiokhos tarafından karısı Laodike adına kurulan kenti görmeden buralardan geçmek olmazdı. Laodikeia, M.Ö. 1. yüzyılda Anadolu’nun en önemli ve ünlü kentlerinden biri olarak kabul edilmiş. Laodikeia halkının da katkılarıyla kentte çok sayıda anıtsal yapı yapılmış, kenti gezerken her yere dağılmış kalıntılarını görebiliyorsunuz. Kentin en önemli bölümlerinden biri olan ve 2010’daki kazılarda ortaya çıkarılan kilise, Hristiyanlık döneminde hiç görülmemiş bir mimariye sahip. MS 60 yılında meydana gelen çok büyük bir depremle yerle bir olan kentte 20 yıldır kazı çalışmaları devam ediyor. Laodikeia, bugüne kadar gördüğümüz antik kentler içerisinde dağınık bir şekilde de olsa en çok sütuna sahip kent olabilir…
⭐️ Bu noktadan sonra haritamızda Sagalassos Antik Kenti (en merak ettiklerimizden, rotanın en çok önerileni) vardı ama hava aşırı bozduğu için çok üzülerek çıkarmak zorunda kaldık. Belki bir Isparta-Burdur-Antalya üçgeninde karşılaşırız kendisiyle. Onun yerine Denizli'ye sürüp küçük bir araştırma ile bulduğumuz Tavaslı Pideci Nihat Usta'nın Yeri'nde güveç ve pideye düştük. Her şey çok güzeldi, özellikle ballı tahinli cevizli pidesi hala akıllarda...
Salda
Ertesi gün sabah saatlerinde göle hızlıca gidebilmek için 3. gün için konaklamayı Denizli’ye 1,5 saat uzaklıktaki Salda köyünde yaptık. Burada Airbnb’den tuttuğumuz bir bungalovda kaldık. Özel bir bahçede iki adet bungalov bulunuyor ve çevredeki az sayıdaki pansiyon ve birkaç lüks otele nazaran yine fiyat/performansta daha iyi bir yerdeydi.
4. Gün: Salda Gölü – Acıpayam Kanyonu – Kibyra Antik Kenti – Kaş
Salda Gölü
Ve ertesi gün son yıllarda Türkiye’nin en çok tartışılan doğal mucizesi olan Salda’yı keşfe çıkıyoruz. Gölün korunmaya alınan bölümüne artık direkt arabayla gidilmiyor, bir noktada arabanızı otoparka bırakıp anlamsız bir turnikeden geçip uzun bir yol yürümeniz gerekiyor. Veya otoparktan kalkan golf arabalarına ücretsiz binerek de ulaşım sağlayabilirsiniz. Göle vardığımızda millet bahçesi adı altında yapılaşmaya açılacağı konuşulan göl kenarında şu an bir seyir terası ve 4-5 tane işletme olduğunu gördük. Göl kenarı belli bir noktaya kadar kapalı. Ancak seyir terasına çıkıp izlemeniz mümkün. Göle girip nargile içen insan müsveddeleriyle yaşadığımız için bizce geç bile kalınmış bir önlem… Sonrasında otoparka dönüp gölün çevresinde bir tura çıktık. Çok güzel noktalarda bembeyaz kumları ve masmavi sularıyla Salda ile buluştuk. Kapalı havzada yer alan 184 metre derinliğindeki göl, 44 km2 alana sahip. Denizden 1193 metre yükseklikte Toros Dağları’nın arasında bir cennet.
Salda Gölü’nün bugün sürekli gündemde olmasını sağlayan en önemli neden zeminin yapısının Mars yüzeyi ile benzerlik göstermesi. Gölün tabanında beyaz renkli hidromanyezit içerikli stromatolitler oluşuyor ve bu yapıların ilk kez 3,5 milyar yıl önce yeryüzünde oluşmaya başladığı biliniyor. Gölde güncel olarak oluşan bu stromatolitler ile Mars’taki karbonat içerikli kayaçlar arasındaki benzerlikler sayesinde göl NASA’nın dikkatini çekmiş ve hakkında tweet’ler paylaşmıştı. En son buraya bilim üssü kuracağı konuşuluyordu. Artık her ne olacaksa, onlarca canlıya yuva olan göl ve çevresindeki ekosisteme zarar vermeden yapılması en büyük umudumuz.
Acıpayam Kanyonu
Salda’dan ayrılmadan önce Yeşilova’da kıymalı tostlarımızı yiyip 1,5 saat uzaklıktaki Acıpayam Kanyonu’na gitmek için yola çıktık. Bu arada Salda civarında meşhur olan kıymalı tost pek çok yerde yapılıyor ama en iyisinin ve ilk kıymalı tostun sahibinin Gül Tost Salonu olduğu da bize gelen bilgiler arasında.
İnternetteki fotoğraflarında görkemli kayalıkların arasında uzayıp giden turkuaz bir nehrin bizi karşılamasını beklediğimiz kanyona vardığımızda, yine kimsesiz ve atıl kalmış bir yerle başbaşa kaldığımızı fark ettik. Kapıda bir güvenlik görevlisi var ama her şeyden habersiz… İçeride her yerde uyarı tabelaları; çıkılmaz, girilmez, yapılmaz, edilmez… Kanyonun asıl başlangıç noktasında kilitli bir demir kapı, ötesine gidiş yok… Yani burada henüz çalışmalar bitmemiş anlayacağınız, ne zaman biteceği ve bitince kanyonu nasıl bir final beklediği de muamma… Ancak yolunuz düşerse yine de kanyonun bulunduğu alanın yeşiller içindeki güzelliğini ve turkuaz renkteki dereleri görmek için uğrayabilirsiniz. Yıllarca saklı kalmış olan kanyondaki kayalar yer yer 50 metreye kadar yükseliyormuş. Kanyonun ortasında akan nehirde yaz aylarında rafting yapılabileceği bilgisi de internette var. Bu arada kanyonun şöyle bir hikayesi mevcut: 1980’li yıllarda Olukbaşı ve Benlik mahalleleri (kanyonun iki mahallede de sınırı var) kanyon ismi yüzünden birbirine düşmüş. İki yerleşim yeri de kendi isminin kanyona verilmesi gerektiğinde ısrarcı olunca sonunda mahkemelik olmuşlar. Yıllar süren bu uzlaşmazlık Acıpayam belediyesinin devreye girmesiyle son bulmuş. Mantıklı son.
Kibyra Antik Kenti
Vee dördüncü günün sonlarına doğru gelirken bu roadtrip’in son durağı olan, Acıpayam Kanyonu’ndan 1 saat uzaklıktaki Kibyra Antik Kenti’ne vardık. Burdur’un Gölhisar ilçesi sınırlarında kalan kent, yemyeşil bitki örtüleriyle kaplı küçük küçük tepeler ve masmavi bir gölden oluşan harika bir manzarayı karşısına almış, üstelik binlerce yıldır… Yüksek bir tepeye inşa edilmiş ve geniş bir alana yayılan kent içerisindeki yapılar simetrik düzenlenmiş. Yapılar tepelik teraslanarak, göl ve ova manzarasına hakim konumda ve hiçbiri diğerinin manzarasını kesmeyecek şekilde yerleştirilmiş. Bu yüzden de kenti gezerken tepeye kadar arabayla dur kalk yaparak geziyorsunuz. Bir noktada arabayı bırakıp tırmanmanız da gerekiyor. Kentin girişinde 13 bin kapasiteli stadyumu, yukarıda hamam ve henüz çok iyi restore edilememiş antik tiyatroyu görüyoruz ve sonra asıl merakla beklediğimiz yer olan Meclis Binası/Müzik Evi’ne giriyoruz. Tiyatro benzeri sahne ve anfi şeklinde tasarlanmış olan 3600 kişilik yapının tam merkezinde kırmızı, yeşil ve beyaz mermerden yapılmış yılan saçlı Medusa mozaiği bizi karşılıyor. Bakışlarıyla insanı taşa çevirdiğine inanılan Medusa’nın mozaiği Türkiye’deki benzerleri arasında bugüne gelmiş en sağlam ve en büyüğü. Binlerce yıl boyunca neredeyse hiç bozulmamış, harika bir formda. Yine bir heyecan, bir “iyi ki görmüşüz” anı… Bu taraflara gelirseniz yılan saçlı Medusa’yı görmeden sakın dönmeyin.
Kaş’a doğru yola çıkmadan önce Gölhisar’ın kavurmasıyla ünlü olduğunu duyduk ve hemen kendimizi Kavurmacı Osman‘da bulduk. Porsiyonlar küçük, lezzet büyük bir mekan, çok açsanız en baştan 2 porsiyon sipariş edin…
Oradan ver elini Kaş!
Roadtrip Bütçesi
Özellikle Türkiye gibi her an her şeyin fiyatının hızla değişebildiği bir ülkede detaylı veya total bütçe paylaşmak çok doğru bir hareket değil bizce. Ama en azından bu rotaya çıkacak olanlara bir fikir olması açısından ortalama fiyatları ve bizim ödediğimiz toplam fiyatı paylaşıyoruz. 3 gece, 4 günlük bir seyahatte 1100 kilometre yol yaptık ve Uşak, Pamukkale ve Salda’da konakladık. En sonunda vardığımız Kaş bölümünü ne anlatımımıza ne de bütçeye hiç dahil etmiyoruz, o başka bir yazının hikayesi çünkü. Fiyatların 2 kişi için olduğunu hatırlatıp varsa mutlaka yancılarınızla yola çıkma tavsiyemizi de tekrar yapalım.
Yakıt (1100 kilometre için) | 2500 TL | ||
Konaklama (Gecelik ort. 450-750 TL) | 1800 TL | ||
Yeme – İçme | 1500 TL | ||
Otopark + Tekne, motor gibi araç kiralama | 750 TL | ||
TOPLAM | 6550 TL |
2 yorum
harikasiniz hem instadan hem de yazilarinizi heyecanla takipteyim <3
Çok teşekkürler <3<3