Özellikle Türkiye’de uzun bir süredir radarımızda olan bazı şehirler, mekanlar veya yapıları gördüğümüzde eğer sonuç beklentimizin üstündeyse “yaşasın keyfimize değmeyincilik” kazanıyor. Uzun bir süredir haberdar olduğumuz ve birkaç senedir kavuşma fırsatı kolladığımız, zamanında antik Karia bölgesinde yer alan ve bugün Aydın‘ın Geyre ilçesinde konumlanan, çok iyi korunmuş bir Roma dönemi kenti olan Aphrodisias‘ı gördüğümüz gün de benzer bir final yaşandı; binlerce yıllık tarihi ve yakın geçmiş hikayesi bir yana, kentte bizi karşılayan her bir parça ve her alan tanışmak için geç bile kaldığımızın habercisiydi.
M.Ö. 1. yüzyılda kenti koruması altına alan Roma İmparatoru Augustus‘un, “Tüm Asya toprakları içinden burayı kendime kent olarak seçtim” dediği Aphrodisias’ı biz de bugüne kadar tüm Türkiye’de gördüğümüz antik kentlerin içinde en mucizelerle dolu olanı seçtik. Augustus’un hakimiyetinde baştan aşağı yenilenip bir Roma yerleşimi görünümü kazanan Aphrodisias’ın bugüne ulaşan harika detayları bu mucizevi hissiyatı sağlayan şeydi. Şehrin görkemli tiyatrosu, hipodromu, dev süs havuzuyla kent parkı, muazzam detaylara sahip heykeller, lahitler ve dahası gerçekten eşsiz güzellikte. Kentin çevresindeki ocaklardan çıkartılan mermerlerin, dönemin en önemli heykelcilik okullarında işlenerek dönüştüğü ve bugüne ulaştığı heykeller mutlaka görülmeli. UNESCO’nun 2017 yılındaki 41. Dünya Miras Komitesi’nde Aphrodisias’ı dünya mirası listesine almaya karar vermesi ve 2004 yılında uzmanlardan oluşan bir jüri tarafından “En İyi On Antik Kent” listesine alınması hiç şaşırtıcı kararlar değil yani. Bugünlerde, kentteki zamanın en büyük evi olan ve içinde bulunan Kybele heykelciği nedeniyle “Kybele Evi” olarak adlandırılan, milattan sonra 5. ila 6. yüzyıllara tarihlenen evin bulunduğu alanda kazıların yeniden başladığı haberlerini aldığımız Aphrodisias, belli ki her gidişimizde yeni keşifleriyle bizi heyecanlandırmaya devam edecek. Şimdi bu ilk kavuşmanın heyecanıyla size Aphrodisias’ın binlerce yıl önceki hikayesini ve çok da uzak olmayan bir geçmişte, 1950’lerde Ara Güler’in kenti dünyaya duyurma serüvenini anlatalım.
Kentin Kuruluş Yılları ve Roma Dönemi
Yerleşimin geç neolitik çağa kadar (M.Ö. 3-4. yüzyıl) uzandığı kent ilk zamanlarında küçük bir köy görünümündeyken, M.Ö. 2. yüzyılda Menderes Vadisi’ndeki yoğun şehirleşme döneminde ızgara planlı olarak yeniden düzenlenmiş ve kent devleti (polis) statüsü kazanmış. Adını, kentin baş tanrıçası olan Afrodit’ten (aşk ve güzellik tanrıçası) alan antik kent, M.Ö. 1. yüzyıldan itibaren Roma İmparatorluğu ile yakınlaşıp ardından imparator Augustus’un koruması altına giriyor. Roma Senatosu tarafından M.Ö. 39 yılında vergi muafiyeti ve özerklik gibi ayrıcalıklar tanındıktan sonra da hızla gelişmeye başlıyor. Roma egemenliğindeki kent, kutsal yöre olarak önem kazanarak Aphrodisias ismini almış. Bundan önce Lelegonpolis, Megapolis, Ninoi, Kayra gibi isimlerle anılıyormış. Bugünkü Geyre isminin Kayra’dan geldiği sanılıyor.
Roma Çağı’nda Afrodit Tapınağı ile ünlenen şehrin asıl alametifarikası ise heykelleri… Salbakos’dan (Babadağ) çıkartılan ve kentteki heykeltıraşlık okulunda başarıyla işlenen mermerlerin dönüştüğü heykellerin namı her yere yayılmış ve çok uzaklar diyarlardan dahi Aphrodisias’ın ziyaretçi almasını sağlarmış. Mavi mermerden yapılan Afrodit heykelcikleri, Roma İmparatorluğu’nun her köşesine gönderilirmiş ve kentin heykelcilik alanındaki başarısı imparatorluğun her bir noktasında duyulmuş. Heykelciliğin yanı sıra bilim ve sanat alanında da eserler ortaya koymuş bir kent Aphrodisias; tıp, edebiyat, felsefe gibi konularda da önemli eserler ortaya çıkarmış. Kente adını veren ve kent kimliğinin gelişiminde önemli rol oynayan Aphrodite kutsal alanının ve kentteki özgün Aphrodite kültünün de Akdeniz havzasında geniş bir alanı kültürel açıdan etkilediği biliniyor.
Karia eyaletinin başkenti ve metropolisi olduğu dönemde zamanın önde gelen kentlerinden biri olan Aphrodisias, Roma İmparatorluğu’nun bölünmesiyle önce Doğu Roma, sonrasında Bizans yönetimine girmiş. M.S. 4. yüzyıldan itibaren yayılan Hristiyanlık kente de uğramış ancak kökleri çok eskilere dayanan pagan kültürü etkisini uzun bir süre sürdürmüş. Kentin ikonik yapılarından Afrodit Tapınağı bu dönemde kiliseye dönüştürülmüş ve ilk iki Hıristiyan azizi burada şehit edilmiş. Bu sebeple Hristiyanlar için önemli bir nokta haline gelmiş.
MS 3. yüzyıl sonlarında Roma İmparatorluğu’nun Karya eyaletinin önemli mega şehirlerinden biri olan kent, 6. yüzyıldan itibaren önemini kaybederken 12. yüzyıla gelindiğinde tamamen terkedilmiş.
Aphrodisias’ın Gün Yüzüne Çıkışı
Kentteki ilk kazı çalışmaları, 1904 yılında Fransız Gaudin tarafından yapılıyor. Aphrodisias’taki kazıların tüm sürecini ve güncesini barındıran internet sitesindeki bilgilere göre, Aphrodisias, Avrupalı gezginler tarafından 18. yüzyıldan beri biliniyor. Avrupalılar tarafından kente ilki ve en önemlisi William Sherard’ın 1705 yılında yaptığı ziyaret olmak üzere pek çok keşif ziyareti düzenlenmiş. Paul Gaudin ve Gustave Mendel liderliğindeki Fransız bir heyet tarafından 1904 ve 1905 yıllarında kazı çalışmaları yürütülmüş ve bu kazılarda Aphrodite Tapınağı’nda ve özellikle Hadrian Hamamı’nda iyi korunmuş durumda birçok portre heykel gün yüzüne çıkartılmış. Ve bu buluntular İzmir ve çeşitli Avrupa kentlerinde satılmış. Mendel’in 1905’teki çalışmaları sırasında elde ettiği buluntular ise Osman Hamdi Bey’in önderliğinde İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne getirilmiş. Bugün antik kentin girişinde sergilenen bizce kentin en “eğlenceli” alanını oluşturan maske ve girland frizleri ise İtalyan bir heyet tarafından 1937 yılında bulunmuş.
Aphrodisias’taki ilk sistematik kazılar ise Prof. Kenan T. Erim tarafından 1961 yılında New York Üniversitesi himayesinde başlatılmış ve Erim’in 1990’daki vefatına dek sürmüş. Bu kazıların başlıca odak alanları ise Aphrodite Tapınağı, Tiyatro, Güney Agora, Meclis Binası, Bazilika ve Sebasteion. Bu kazılarda ortaya çıkarılan en önemli buluntular, 1979 yılında alanda inşa edilen Aphrodisias Müzesi’nde sergileniyor. Kentte çağdaş araştırmaların başlamasını sağlayan Erim, ölene dek kazı çalışmalarına başkanlık etmiş. Yani Aphrodisias demek Erim demek, veya tam tersi… Erim’in mezarı kentteki anıtsal kapının hemen yanında, kendi deyimiyle artık “sevgilisinin koynunda” yatıyor. Kenti ziyaret ederken mezarına uğrayıp değerli bilim insanına teşekkür etmeyi unutmayın…
Peki, kentteki bu kazılar başlayana dek kentin bulunduğu alanda neler olmuş? İşte bu noktada devreye Ara Güler’in takdir edilesi merakı ve değerli gözleri devreye giriyor…
Ara Güler’in Bir Garip “Keşfi”
1900’lerin başından sonra bir şekilde varlığı resmiyette unutulan kent, usta fotoğrafçı Ara Güler sayesinde tekrar hafızalarda canlanıyor ve gün yüzüne çıkarılıyor desek yanlış olmaz bizce. Hikaye kısaca şöyle gelişiyor:
1958 yılında Ara Güler Kemer Barajı‘nın açılışını haberleştirmek için Aydın’a gider. Dönüş yolunda, kendine tahsis edilen şoförle birlikte akşam karanlığında kaybolur. Bir an önce evine gitmek isteyen şoförün söylenmelerine kulak asmayan Güler (iyi ki!), karanlığın içindeki dev kayalıkların ortasında karşılarına çıkan bir köyde kalmaya karar verir. Ve sabah gün ışıdığında gördükleri karşısında şaşkına döner: 1958 yılının küçük köyü Geyre ile MS 1. yüzyılın Maria başkenti Aphrodisias birbiriyle iç içe geçmiş, koyun koyuna yaşamaktadır. Köylüler tarihi lahitleri üzüm şırası süzmek ve çamaşır yıkamak, Roma sütunlarını üzerinde bezik ve pişpirik oynamak için kullanıyor, bugün dünyada dokusu bozulmamış en büyük hipodrom olarak bilinen alanda orakla çim biçiyorlardır.
Ara Güler, şaşkınlık içinde tüm detaylarıyla köyü fotoğraflar, yukarıda gördüğünüz efsane kareleri ve çok daha fazlasını kameranın hafızasına kaydeder. Ardından İstanbul’a dönüp bölgeyi araştırmaya başlar. Fakat hiçbir bilgiye ulaşamaz. Çektiği fotoğrafları çeşitli kişi ve resmi kuruluşlara gönderir. Türkiye’de maalesef istediği ilgiyi görmeyen fotoğraflar İngiltere’de Architectural Review dergisinde ve ABD’nin prestijli dergilerinden Horizon’da yayınlanır. Ve Ara Güler’in fotoğraflarıyla tekrar gün yüzüne çıkan Aphrodisias tüm dünyada büyük merak ve yankı uyandırır. Amerika’dan gelen arkeologlar Geyre’de araştırma yapmaya başladıklarında alanın Roma İmparatorluğu’na ait, tarihi MÖ. 500’lü yıllara dayanan ve ismini tanrıça Afrodit’ten alan Aphrodisias antik kenti olduğu anlar. Horizon’a fotoğrafları yollarken kent ile ilgili bilgi alabilmeleri için dergiye Kenan Erim‘in iletişim bilgilerini verir. İşte tüm bunların üzerine Aphrodisias’a gelip kente aşık olan Kenan Erim, 1961’den ölümüne dek Aphrodisias’ın en büyük keşifçisi olur.
Bu hikaye kimi sitelerde bir “keşif” olarak geçse de kelime yanlış kullanılıyor, Ara Güler’in başardığı şey bir yeri keşfetmek değil değerini ve itibarını iade etmek bizce. Ve bu uğurda epey bir emek vermek elbette…
Ara Güler, Soner Yalçın’ın Oradaydım adlı belgesel serisinde Aprodisias ile tanışma hikayesini şu sözlerle anlatıyor:
“Devir 1958. Adnan Menderes’in son zamanlarıydı. Aydın’da valiye gittim. “Adnan Menderes’in açılış yapacağı baraj var. Beni oraya gönder, açılışta resim çekeceğim” dedim. Şoför dedi “Ben bir kestirme yol biliyorum, oradan gidelim.” Kestirme yoldan giderken yolu kaybettik. Yolu kaybedince de nereye gitsek karşıma hep o büyük kayalar çıkıyordu. Güneş battı ve zifiri karanlık oldu.
Gidiyoruz, gidiyoruz yine aynı kayalıklara geliyoruz. Kaybolduk!
Baktım bir ışık var. Bir kahve… Kahveye girdik, adamlar oyun oynuyor. Lüks lambasıyla aydınlanıyordu. Biraz sonra gözüm ışığa alıştı, bir de baktım ki kahvede masa yok. Sütun başlıklarını masa yapmışlar ve üstünde domino oynuyorlar.
Tarih ve bugün içi içe yaşamaktadır. Böyle acayip bir yer hayatımda görmedim. Harabe dediğin harabedir. Ama bu öyle değil, bu bambaşka. Bu, tarih içinde yaşayan bir şehir…
Baktım ki taşların içinden suratlar bana bakıyor. Hemen aklıma röportajın adı geldi; Aphrodisias çığlığı…
O taşlar bana bakıyor ve “beni buradan kurtar!” diye çığlık atıyor.”
Ara Güler’in bu mucizevi karşılaşma hikayesini Coşkun Aral‘a anlattığı videoyu da izlemenizi öneririz.
Bugünün Aphrodisias’ında Görebilecekleriniz…
Kentteki kazılar bugün, Erim’in 1990’daki vefatının ardından görevi devralan Oxford Üniversitesi’nden Prof. Dr. Roland R. R. Smith başkanlığında sürdürülüyor. Yani kazı çalışmalarının henüz bitmediği kentte keşfe açık daha ne gizemler var kim bilir… Epey geniş bir alana yayılan kentte bulunan yürüyüş yolları, gölgelik dinlenme alanları ve yönlendirme tabelaları gezmeyi oldukça kolaylaştırıyor.
Kentte bugüne kadar ortaya çıkarılan alanlar ve yapıları da anlatalım, gezme sıralaması ile;
Lahit Alanı
Kentin ilk girişinde büyük bir alanda ziyaretçileri karşılayan lahitler, kentin heykeltraşlık alanındaki başarısını ilk dakikada gözler önüne seriyor. Lahitlerin üzerlerindeki yazıtlarda kimin tarafından işlendiği belirtiliyor.
Tetrapylon – Anıtsal Tapınak Kapısı
Afrodisias Tapınağı’nın kutsal alanına girişi sağlayan görkemli anıtsal kapı. 1991 yılında orijinal haline sadık kalınarak ayağa kaldırılmış. Alınlığında zafer tanrıçası Nike, genç bir avcı, bebek yüzlü Eros, bir köpek ve akantus yaprakları içinde bir geyik görülüyor.
Afrodit Tapınağı
M.Ö. 7. yüzyılda inşa edilen ilk tapınağın üzerine M.Ö. 1. yüzyılda yeni bir tapınak yapılmış ve M.S. 500 yılında kiliseye çevrilmiş. 12. yüzyılda bölge Selçuklu kontrolüne girene kadar da kilise olarak kullanılmış.
Antik Tiyatro
7 bin kişilik iki bölümden oluşan beyaz mermer tiyatronun zamanında 3 katlı ve gösterişli bir sahnesi varmış. Tiyatronun bulunduğu bölgede 1970’lerde yapılan kazılarda çıkarılan heykeller bugün müzede sergileniyor.
Tetrastoon
Tiyatronun doğusundaki sütunlu meydan.
Stadyum
Antik dünyanın en iyi korunmuş stadyumu olarak kayıtlara geçmiş. 262 metre uzunluğa ve 59 metre genişliğe sahip stadyumun çevresinde 30 bin kişilik oturma alanı bulunuyor. Elips şeklinde olması sayesinde herkesin rahat şekilde olan biteni izleyebildiği stadyumda zamanında atletizm, halk oyunları ve festivaller gerçekleşiyormuş.
Hadrian Hamamı
İmparator Hadrianus’a adanan hamam, M.S. 2. yüzyılda inşa edilmiş. Kentin en önemli kamusal alanlarından olan hamamda kadınlar ve erkekler için iki bölüm bulunuyor.
Güney Agora – Kent Parkı
Güney agora, dört yanı İon düzeninde mermer portikolarla çevrili, ortasında dev bir süs havuzu bulunani kamusal alan olarak kullanılmış bir mekan. Antik çağda “palmiyelerin yeri” ismiyle anılan bu kent parkının 170 metre uzunluğundaki havuzu 2017’de gün yüzüne çıkarılmış. Alanda kazı çalışmaları hala sürüyor.
Bouleuterion (Meclis Binası)
Bouleuterion, hem meclisin toplanma yeri hem de kapalı tiyatro, konser salonu ve halkın toplanma alanı olarak kullanılmış. M.Ö. 1. yüzyılın sonlarında inşa edilmiş olan yapıda 1750 kişilik oturma alanı mevcutmuş.
Heykeltraş Atölyesi
Heykeltraşlık okulunun namını yukarıda epey bir anlattık, işte Aphrodisias’ın Aphrodisias olmasını sağlayan mitolojik tanrılar ve karakterler ile güncel kişilerin heykelleri bu atölyede yapılıyormuş.
Maske ve griland frizleri
Şehrin meydanlarında İon düzenindeki revakları süsleyen tanrı, kahraman, sade vatandaş, köle, asker ve atlet gibi tiplemeleri temsil eden frizler bugün üst üste konularak büyük bir duvar oluşturulmuş. Zamanının emojilerini gibi geldi bize, kentin bizce en “eğlenceli” alanı.
Sebasteion (İmparatorlar Tapınağı)
Roma İmparatorluğu’nun Yunanca konuşulan bölgelerinde, Roma İmparatorlarına tanrı olarak tapıldığından, imparatorlara ait kutsal alan olarak yapılmış bir tapınak. M.S. 20-60 yılları arasında Aphrodisiaslı iki aile tarafından inşa edilmiş. Bir tapınak, 90 metre uzunluğunda bir tören yolu ve tören yolunun iki yanındaki üçer katlı yapılardan oluşuyor. Kazı çalışmaları bu alanda da devam ediyor.
Aphrodisias Müzesi
Bugüne kadar kazı alanından çıkarılan Roma, Bizans ve Erken İslami devre ait tüm eserler (o enfes heykeller dahil), ören yerinin içerisinde bulunan müzede sergileniyor. Müze içerisinde bugüne kadar bu topraklarda gördüğümüz en etkileyici, kabartmaları ve işlemeleri bugüne dek bozulmadan gelmeyi başarmış onlarca usta ellerden çıkmış heykellerle karşılaştık. Aynı zamanda içeride ve müze bahçesinde gördüğümüz aynı yetenekli ellerden çıkmış lahitler de oldukça göz alıcıydı.
Müze binasına ek olarak Geyre Vakfı tarafından yaptırılan ve Sebasteion eserlerinin sergilendiği Sevgi Gönül Salonu’nda ise üzerlerindeki kabarmalar ve el oymalarından okunabilen ilginç mitolojik hikayeleriyle 86 parça nadide heykeltıraşlık eseri mutlaka görülmesi gerekenler arasında yer alıyor.
Sadece Türkiye’nin değil tüm dünya tarihinin önemli bir kesitinde hayat bulmuş olan Aphrodisias Antik Kenti’nin geçmiş izlerine ve Aphrodisiaslılar’ın hikayesine tanık olmak için, bizce değeri hala tam olarak bilinmemiş antik kenti mutlaka ziyaret edin. Bir sabah kapıların açılışı ile başlayabileceğiniz gezinizi akşam üzeri gün batımına dek uzatırsanız enfes bir hayal aleminin içine düşeceğinizi garanti edebiliriz…
Haftanın her günü ziyaret edilebilen kente giriş Müzekart ile ücretsiz olduğunu da söyleyerek sözlerimizi burada bitirelim.