Türkiye’de yaşayanlar tarafından göçmek ve seyahat etmek için ilk sıralarda tercih edilen; yurt dışında belki de en çok arkadaş ve akraba barındıran dünya şehrine hoş geldiniz. Berlin’de yaşayan 200 bin civarı Türk, en büyük göçmen grubu sıfatını yıllardır elinde taşıyor. Almanya’da en çok Türk başkent Berlin’de yaşıyor. Bizim nüfusun en yoğun olduğu bölgelerden Kreuzberg’in artık “küçük İstanbul” diye anılıyor olması da hiç şaşırtıcı değil; semtin sokaklarında dönercilerin arasında ilerlerken kulağınıza çalınan Türkçe sözler her an “ben neredeyim?” şaşırtmacasına yol açıyor…
İşte biz de Türkiye’den Berlin’e uzanan bu göç dalgasına neredeyse kapılanlardanız. “Neredeyse” çünkü işimizi gücümüzü ayarlamış, tasımızı tarağımızı toplamak üzereyken tüm dünyayı sarsan pandemi depremiyle planlar değişti ve göçemedik. Dünyada level 1 derecesinde (Level 1: Çok güzel şehir, yine olsa yine gelirim, hatta ben burada yaşarım) sevdiğimiz şehirlerden Berlin’e temelli kavuşamadık ama kendisinin uzun bir süre (belki de ömrümüz boyunca) yurt dışında en sık gittiğimiz şehir olacağını içten içe biliyoruz. Her defasında renkli renksizliği, şehir kültürü, tarzı ve ruhuyla bizi evimizde hissettiren Berlin ile bu yazı yazılana dek (Nisan 2022) 3 farklı zamanda kavuştuk. Ve her seferinde şehri daha iyi tanımak için daha çok konuştuk, dinledik ve gözlemledik. Tarih boyunca farklı yanlarıyla insanların favorisi olmuş pek çok şehir ve bu şehirlerin keşfettikçe yenisi açılan katmanları var. İşte insan olsa, “dışarıdan soğuk görünüyor ama tanıdıkça seversin” dedirtecek bir karaktere sahip olan Berlin’de bu katmanlar çok ama çok fazla. Her gidişimizde yeni bir tanesini keşfediyoruz ve tanıdıkça şehir bize daha fazla yaklaşıp kendini açıyor. Bir de şunu söyleyelim; genelde Paris’e duyulan romantik ve klasik aşk gibi değil bizim Berlin’le olan ilişkimiz; daha çok seviyeli bir tutku halinde. Yani bu ilişki de şehirdeki her şey gibi cool. 😎
İşte bizim Berlin’le olan tüm bu samimiyetimiz yüzünden çok detaylı ve aşırı faydalı Berlin gezi rehberleri oluşturmak istedik. Şimdi Almanya’nın çılgın çocuğu Berlin ile ilgili eteklerimize topladığımız tüm taşları dökme vakti! Yalnız taşlar çok fazla ve farklı boyutlarda olduğu için bunları 3 farklı yazıya böldük. İlki şu an içinde bulunduğunuz nam-ı diğer “Berlin 101” rehberimiz. Burada ilk kez Berlin’e gidecekler veya önceden gitmiş ama olmazsa olmaz mekanlarını hiç görmemiş (veya hikayelerini dinlememiş) olanlar için Berlin’de görülmesi gereken yerleri anlatacağız. Bu listede, bugün turistik olarak algılansa da geçmişiyle mühim yerlerden tutun da şehrin harika parklarına ve müzelerine kadar geniş bir yelpaze var. Yani siz şehri adımlarken yanınızda olamasak da bu yazı sayesinde size rehberlik edebileceğiz. 😊 İkinci rehberimizde, Berlin’e ikametini aldırma noktasına gelmiş, her gidişte yeni keşiflere dadanmış meraklı bireyler olarak Berlin’in alternatif mekanlarını anlattık. Orada da terk edilmiş bir oyun parkı, Afrika kültürünün yaşatıldığı bir açık hava eğlence merkezi, şehrin underground semtleri, en efsane graffiti’lerin saklandığı gizli geçitler gibi pek çok noktayı gün yüzüne çıkardık. Yani eğer Berlin 101 turundan sonra vaktiniz varsa veya bu turu çoktan yaptıysanız sizi alternatif Berlin rehberine ışınlayabiliriz. Son olarak, seyahat ederken yiyip içmeye önemli bir vakit ve nakit ayıran bir ikili olarak Berlin’in en meşhurundan en gizli saklı lezzetlerini ve mekanlarını derlediğimiz Berlin yeme-içme rehberimize de göz atmanızı tavsiye ederiz.
BU YAZIDA NELER VAR?
- Kısa Berlin Tarihi: Nereden Nereye…
- Berlin’e Ne zaman Gidilir?
- Berlin’de Nerede Kalınır?
- Berlin İçerisinde Ulaşım
- Berlin Seyahat Bütçesi
- Berlin Gezilecek Yerler
- East Side Gallery
- Alexanderplatz
- Berliner Fernsehturm (TV Kulesi)
- Berliner Dom (Berlin Katedrali)
- Checkpoint Charlie
- Potsdamer Platz
- Holocaust Memorial (Katledilen Avrupalı Yahudiler Anıtı)
- Brandenburger Tor (Brandenburg Kapısı)
- Reichstag (Parlamento Binası)
- Siegessäule (Zafer Sütunu)
- Kaiser-Wilhelm-Gedächtniskirche (Kaiser Wilhelm Anıt Kilisesi – Yıkık Kilise)
- Berlin Müzeleri
- Parklar
Kısa Berlin Tarihi: Nereden Nereye…
Berlin, Avrupa’nın ortasında konumlanan ve bugün dünyanın en büyük ekonomilerinden biri olan Almanya’nın (zamanında Prusya’nın) 1701 yılından beri başkentliğini yapıyor. Şehir, ülkenin kuzeyindeki Spree ve Havel nehirlerinin arasında, Cölln ve Berlin adlı iki balıkçı köyünün 1307 yılında birleşmesiyle doğuyor. Berlin ismi Slavca “berl” kelimesinden geliyor, yani üzerinde kurulduğu bataklığın ismini alıyor. Berlin, tarihindeki ilk yıkımı 1618’den 1648’e kadar süren Otuz Yıl Savaşları ile yaşıyor. 17. yüzyılda ise Prens Friedrich Wilhelm sayesinde tarihinin en kapsayıcı zamanlarını görüyor; pek çok Yahudi, Fransız ve Leh gittikçe genişleyen kente göç ediyor. Fransa-Prusya Savaşı’nın ardından kurulan Alman Birliği ile birlikte Berlin, ülkenin yeni başkenti oluyor. 1. Dünya Savaşı’nda şehir çok fazla zarar görmese de ülke ekonomisi yerle bir oluyor. Savaştan yenilgiyle çıkılınca lağvedilen Alman monarşisi yerine kurulan Weimar Cumhuriyeti de başarılı olamayıp sadece 11 yıl yaşabiliyor. Ekonomik kriz sürüyor ve Adolf Hitler liderliğindeki Nazi Partisi’nin iktidara gelmesiyle şehir Nazi Almanyası’nın başkenti oluyor. Berlin’e Roma tarzında yapılar, yeni bulvarlar, olimpiyat stadyumu vs. inşa ettiren Hitler, bildiğiniz gibi bir yandan tüm ülkeyi Yahudiler’den “soyutlama” operasyonuna başlıyor. Savaşın sonunda sistematik bir şekilde katledilen Yahudi sayısı 6 milyon civarında…
2. Dünya Savaşı’nda ağır kayıplar veren Berlin yoğun bombardımanlar sonucu harabeye dönüyor. 1945 yılında teslim olan kentte yüzbinlerce kişi hayatını kaybediyor. Savaş sonrası ABD, İngiliz, Fransız ve Sovyet askerleri tarafından yönetilmeye başlayan yıkık şehirde pek çok yapı aslına uygun şekilde yenileniyor. Ancak Soğuk Savaş yıllarının başlaması, bu toparlanma hareketini gölgede bırakıyor. ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki soğuk savaşın en canlı kanıtı olan Berlin Duvarı da bu dönemde, 1961’de inşa ediliyor. Böylece doğusu Sovyet, batısı ABD kontrolündeki kent resmen ikiye bölünüyor. Duvarın amacı, ekonomik açıdan gelişemeyen Doğu yakasından Batı’ya geçişleri engellemek. Diğer yandan, Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin başkenti olan Doğu Berlin ve Federal Almanya’nın parçası olan Batı Berlin farklı mimari tarzlarda gelişiyor. Bugün de bu farkı görmek çok mümkün. İşte Türkiye’de 1960’larda başlayan göç dalgası da tam olarak şehrin ve ülkenin bu dönemine rast geliyor. Bugün “utanç duvarı” diye anılan duvar 1989’da yıkılıyor. Tüm dünya televizyonlarının yayınladığı bu yıkım, Doğu Avrupa’da komünizmin çöküşü ve Soğuk Savaş döneminin bitişi anlamına geliyor. Savaştan sonra Bonn’a taşınan hükümet merkezi ise 1991’den itibaren yeniden Berlin’e taşınıyor ve şehir Birleşik Almanya‘nın başkenti oluyor.
Başkent Berlin, zamanla kendini toparladı ve bugün Avrupa’nın en çok merak edilen destinasyonlarından biri haline geldi. Aşağıda anlatacağımız Checkpoint Charlie, East Side Gallery gibi savaş yıllarında şehrin en önemli noktalarından olan mekanların dönüşümü ise bu toparlanmanın en iyi kanıtlarından. Savaş sonrasında Almanya’nın hafızaları diri tutmak için üzerini örtmediği ve aksine sergilediği yerler bunlar. Ve elbette turist akınlarından kaçamadığı için fazlasıyla popüler olduğu da bir gerçek.
Berlin’e Ne zaman Gidilir?
Lafı hiç uzatmadan söyleyelim: Havalar güzelken gidilir. Bu kadar net ve direkt olabilmemizin sebebi bizim neredeyse üç gidişimizin de havaların kötü olduğu zamanlara denk gelmesi. 😂 Kaldı ki biz kışı, karı, yağmuru sevebilen (favorimiz olmasa da) insanlarız fakat Berlin’in ve genel olarak konumu itibariyle Almanya’nın soğuğu gerçekten can yakıyor. Berlin özelinde bir de şehrin genel tarzı, cool havası ve mimarisi zaten olaya yeterince gri bir efekt katarken buna havanın buz kesmesi eklenince de ara sıra keyifler kaçabiliyor. Bir de şöyle bir durum var, hem bu hem de Alternatif Berlin Rehberi yazımızda görebileceğiniz üzere pek çok park, bahçe, açık hava mekanı vs. öneriler arasında. E tabii bu mekanların keyfi de güneşli ve mümkünse ne terleten ne donduran ılık havalarda çıkıyor. O yüzden orada yaşayanlardan da aldığımız bilgiler doğrultusunda size önerimiz Berlin için gidiş biletlerinizi Mayıs, Haziran veya Eylül ayları arasında almanızı öneririz. Biliyoruz kış biletleri çok daha uygun ama şehrin tadını yüzde yüz çıkarmak için bütçeyi biraz zorlamaya değer…
Berlin’de Nerede Kalınır?
Berlin’de hem otel hem Airbnb evi hem de arkadaş evi deneyimlemişler olarak öncelikle hepsini öneririz ama elbette kurlar ve batık ekonomilerimiz söz konusuysa f/p açısından ilk tavsiyemiz arkadaş evi olur. 😅 Eğer henüz Berlin’e taşınan bir akraba veya arkadaşınız yoksa da üzülmeyin, size güzel lokasyonlarda bütçeyi çok yormayacak önerilerimiz var.
Öncelikle Berlin’de nerede kalınır sorusunun lokasyon kısmını çözelim. Berlin’de kalabileceğiniz çok fazla semt var. İhtiyaçlarınıza ve önceliklerinize uygun olarak çeşitleniyor hepsi. Örneğin bu yazıda anlatacağımız pek çok yere yakın olan Mitte, yukarıda bahsettiğimiz şehrin kültür mozaiği Kreuzberg, East Side Gallery sınırlarındaki Friedrichshain, şehrin yeni popülerlerinden Charlottenburg, Neukölln ve Prenzlauer Berg konaklama yapabileceğiniz semtlerden. Biz son gidişimizde Kreuzberg’de bir Airbnb evinde, bir öncekinde ise Alexanderplatz yakınlarındaki İbis Style‘da kalmıştık.
Hem kendi kaldığımız yerleri hem de son gidişimizde radarımıza takılan ve kısa listemize aldığımız otelleri paylaşalım. Kurların kuşlar gibi uçtuğu bugünlerde listeyi oluştururken f/p konusuna özen gösterdiğimizi de belirtelim.
Kreuzberg
Excellent Apartments Kreuzberg
Mitte
ibis Styles Hotel Berlin Mitte
MEININGER Hotel Berlin Tiergarten
🌱 Classik Hotel Hackescher Markt
Prenzlauer Berg
Neukölln
Charlottenburg
Pension Peters – Das andere Hotel
Not: 🌱 Bu emojiyi, Booking.com tarafından belirlenen ve sürdürülebilirlik konusunda gereklilikleri yerine getiren işletmelere verilen “Travel Sustainability Property” badge’ine sahip otellere kondurduk.
Berlin İçerisinde Ulaşım
Biz Berlin’e ne zaman gitsek o kadar çok metro kullandık ki diğer ulaşım araçlarını çok iyi bildiğimizi hiç iddia etmeyeceğiz, ama sizin de çok iyi bilmeniz gerekmediğini iddia edebiliriz. Örneğin son gidişimizde şehrin merkezinden uzak farklı uçlarındaki çeşitli noktalara dahi metro ile ulaştık. Bu yüzden Berlin metrosunu öpüp başımıza koyuyor ve biraz kendisinden bahsetmek istiyoruz. Berlin’de S-Bahn (yer üstünden giden banliyö ve şehiriçi raylı sistem) ve U-Bahn (yeraltından giden, bildiğimiz metro) hatları mevcut. Bu iki hattı kullanarak neredeyse her yere ulaşabiliyorsunuz. Ulaşamadığınız noktada devreye otobüs veya tramvay giriyor zaten. Yürüme konusu ise nereye gideceğinize bağlı olarak değişir. Eğer tüm gün bir bölgede kalacaksanız hiçbir ulaşım aracı kullanmanız gerekmez ancak örneğin bir gün boyunca aşağıda yazdığımız noktalara gitmek isterseniz bir noktada binmeniz gerekebilir. Biz yürümeyi sevenler olarak çoğu zaman yürümeyi tercih etmiş olsak da bir miktar metro kullanmak da gerekiyor tabii.
Eğer çok fazla yürümek istemiyor ve sık sık toplu taşıma kullanırım diyorsanız Berlin Card satın alabilirsiniz. Örneğin Müze Adası’ndaki tüm müzelere ücretsiz giriş de sağlayan 3 günlük kart 52€. Berlin ulaşım konusunda 3 farklı bölgeye ayrılıyor (A, B, C) ve bilet fiyatları bu bölgelere göre belirleniyor. Birkaç bilet fiyatını örnek vermek gerekirse, AB bölgesi için tek yön bilet 3€, günlük bilet 8,80€, günlük grup bileti 25,50€, 7 günlük bilet 36€.
Taksiye son gidişimizde hiç binmedik, kurlardan… Hiç gerek de duymadık açıkçası. Her şeyimiz oldukça planlıydı. Ama önceki gidişlerimizden Uber kullanımının çok yaygın olduğunu ve euro bu halde olmasa çok abartı fiyatlar olmadığını biliyoruz.
Önemli not: Almanya genelinde toplu taşıma araçlarının herhangi birine binerken biletinizi bir alete okutmuyorsunuz, dolayısıyla da turnike gibi geçiş alanları da yok direkt geçip araca biniyorsunuz. Sadece biletinizi bir makineden alıp yandaki makineye onaylatmanız (validation) gerekiyor. Aksi halde bir anda karşınıza çıkabilen kontrol görevlilerine gösterecek bir şeyiniz olmuyor. 😅 Yani nasıl olsa girişte kimse kontrol etmiyor bir kerelik beleş bineyim demeyin, örneğin bize Münih’te sürekli kontrol denk geldi. Yanlış bilmiyorsak biletsiz biniş cezası 80€ gibi bir şey, 3,5€’dan kaçarken 80€’ya tutulmayın…
Berlin Seyahat Bütçesi
Şöyle bir hayalimiz var: Nasıl ki bugün eski günleri anıp “Euro 2-3 TL iken Berlin bizim için ne kadar uygun bir şehirdi” diyoruz, kısa vadede öyle bir mucize olsun ki dönüp bugünlere baktığımızda, “Berlin bile ne kadar pahalıydı yahu!” diyebilelim… Diyip bu bölümü burada bitirmek şık bir hareket olurdu ama bu detaylı rehbere yakışmaz diyerek devam ediyoruz. 😅
Berlin bizce Avrupa şehrilerinin ortalaması bir pahalılıkta. Yani ne Paris, Zürih gibi çok pahalı; ne Belgrad, Lviv gibi görece uygun. Biz bu son gidişimizde cep yakan Münih’ten Berlin’e geçtiğimiz için Berlin bize iyi geldi ama kurlar bu haldeyken bunun küçük bir yanılsama olduğunu anlamamız kısa sürdü. Elbette her şehirde olduğu gibi Berlin’de de bütçe dostu bir seyahat de planlayabilirsiniz, binlerce euro harcayıp dönebilirsiniz de. Bu biraz seyahatte nasıl takıldığınıza göre değişir. Bizim gibi arada kaçamaklar dahil bütçe dostu bir seyahat planlıyorsunuz aşağı yukarı şöyle rakamlarla karşılacaksınız:
- Ortalama bir restoranda 2 kişilik akşam yemeği + birer bira: 25-35€
- Ortalama bir mekanda 50’lik bira: 4-5€
- Mekanda 2 filtre kahve: 5-6€
- Fırından iki kişilik kahvaltı (pretzel + kruvasan): 4-6€
Bir de tabii Berlin’de ücretsiz yapabileceğiniz harika aktiviteler var. Şöyle ki;
- Aşağıda saydığımız yerlerin pek çoğu ücretsiz, açık hava gezme noktaları. Müzelere girmediğiniz müddetçe elleri cebe atmanız gerekmez. Ayrıca bu noktaları rehber eşliğinde gezmek isterseniz bunun da ücretsiz yolu var. Free walking tour’lara katılıp rehbere vereceğiniz minik bir bahşiş karşılığında tüm turistik noktaları uzmanından dinleyebilirsiniz.
- Eğer Berlin’de müze gezecekseniz seyahatinizi mutlaka bir ayın ilk Pazar gününe denk getirin. Çünkü her ayın ilk Pazar günü içinde Müze Adası’ndakiler de dahil olmak üzere pek çok müzenin girişi ücretsiz. Denk getiremediyseniz ve bütçeniz de kısıtlıysa sürekli ücretsiz olan müzeleri tercih edebilirsiniz.
- Şehirde konaklama için ev kiraladıysanız semt pazarlarından alışverişinizi yapıp en azından bir öğünü evde geçirebilirsiniz. Örneğin Neukölln‘de Maybachufer kenarında Salı ve Cuma günleri kurulan pazardan alışverişinizi yapabilirsiniz. Üstelik pazardaki esnafın Türk yoğunluğu sayesinde hem yabancılık çekmez, hem de Türk yemeklerinin satıldığı tezgahtan gözleme, çay gibi özlemlerinizi giderebilirsiniz.
- Eğer güneşli günlerde Berlin’deyseniz biranızı marketten alıp parklarda ve bahçelerde yayılabilirsiniz.
- Tüm Almanya’da olduğu gibi Berlin’de de çeşme suyu içilebiliyor. Yalnız tadı harika değil (hele ki Münih’in Alpler’den gelen efsane suyundan sonra), eğer takılmazsanız yanınızda su şişenizi götürmeyi unutmayın.
Berlin Gezilecek Yerler
Aşağıda anlattığımız tüm yerleri haritada işaretledik, seyahatiniz esnasında bu haritayı da kullanabilirsiniz.
East Side Gallery
İşte yukarıda anlattığımız Soğuk Savaş yıllarında kenti ikiye ayıran 40 küsür kilometrelik utanç duvarından arta kalan 1.3 kilometrelik bölüm, bugün dünyanın en büyük açık hava galerisi sıfatıyla ziyaret edilebilir durumda. Elbette duvarı değerli kılan duvar resimleriyle birlikte… 1990 yılında, yani duvar yıkıldıktan bir sene sonra dünyanın farklı ülkelerinden ressamlar Spree Nehri’nin kıyısındaki duvar kalıntısını 105 farklı resimle donatırlar. Kolektif sanatın bir ürünü olan galerideki resimlerin pek çoğu zaman içinde zarar görür, bir kısmı ise onarılır. Tüm resimlerin onarımı 2009 yılında başlar, bazı sanatçılar aynı resimleri yapmak istemez. Bizim son Berlin ziyaretimizde de (2022 Ocak) duvarın bir bölümü tadilatta olduğundan kapalıydı. Galeri bugün belki de Berlin’in en çok görülen (ve görülmesi gereken) noktalarından biri. Anıtın üzerindeki resimler, daha özgür ve barış içinde bir dünya umuduyla resmedilmiş.
Birkaç not: ➤ 1961-1989 yılları arasında yani tam 28 sene boyunca şehri ikiye ayıran Berlin Duvarı’nın geçtiği yerler bugün fiziksel olarak çok fark edilmiyor. İmara açılan bu noktaların üzerinde bugün yeni binalar, meydanlar, sokaklar, parklar vs. var. Fakat East Side Gallery en iyi örneği olmakla birlikte duvarın bazı yerleri anıtsal amaçlı korunmuş. Duvarın bir kısmı Brandenburg eyaletinde bir depoda tutuluyor, bir kısmı çeşitli ülkelere satılmış ve o ülkelerin farklı alanlarında sergileniyor. ➤ Duvardaki eserler içerisinde en çok ilgi çeken ve herhalde en çok fotoğraflanan (üç gidişimizde de önünde hep sıra vardı) “The Kiss of Death” isimli öpüşen amcalar eseri. Pek çokları gibi fotoğrafını çekip devam etmek yerine hikayesini de bilmek iyi olabilir diyerek kısaca anlatalım: Resimde iki tane kelli felli amcanın öpüştüğü görülüyor, altındaki Almanca ve Rusça yazıda ise “My God, Help Me to Survive this Deadly Love” (Tanrım, Bu Ölümcül Aşktan Kurtulmama Yardım Et) diyor. Eser, Berlin'in genel kapsayıcılığı ve şehrin LGBTQ'lara karşı sıcak yaklaşımının bir sembolü olarak görülse de arkasındaki hikaye farklı. Eserin ilham aldığı bir fotoğraf var. 1979'da Alman Demokratik Cumhuriyeti'nin (Doğu Almanya) kuruluşunun 30. yıldönümü kutlamalarında çekilmiş fotoğrafta öpüşenler, Sovyetler Birliği Genel Sekreteri Leonid Brezhnev ve Doğu Almanya'nın Başkanı Erich Honecker. Bu öpüşme ise romantik bir eylem değil bir tür sosyalist selamlama. Komünist devletler arasında bu selamlaşma, Almanların deyişiyle “Bruderkuss” o dönem pek yaygınmış… ➤ Eğer hava güzelse pek çok Alman’ın yaptığı gibi içeceklerinizi yanınızda getirip Spree Nehri kıyısındaki çimenler üzerinde yayılabilirsiniz. ➤ Son olarak, yaşanmış bir hikayeden çıkardığımız ders ile ziyaretimizi noktalayalım. Galerinin bulunduğu hat oldukça turistik ve bu yüzden acayip aktivitelere de sahne olabiliyor. Örneğin bir takım Bulgar vatandaşların “bul karayı al parayı” tezgahını döndürdüğü noktalardan mümkünse son sürat geçin. Hele ki kumar gibi işlere biraz da olsa ilginiz varsa oyuna asla bakmamaya ve oyunu oynatanlarla göz teması kurmamaya özen gösterin. Euro çok değerli bir para birimi arkadaşlar…
Alexanderplatz
İstanbul’un Taksim Meydanı, İzmir’in Sevinç Pastanesi önü, Ankara’nın Kızılay’ı… Yerlisinin deyişiyle “Alex” de işte Berlin’in en önemli meydanı ve buluşma noktası. Hem şehrin tam göbeğindeki konumu, hem pek çok toplu taşıma aracının güzergahında oluşu Alexanderplatz’ı bu öneme kavuşturuyor. Aşağıda anlatacağımız TV Kulesi’ni de üzerinde taşıyan meydanda alışveriş merkezleri, restoranlar (mesela Five Guys 🤤), kafeler, hediyelik eşya dükkanları ve çok dahası mevcut. Siz yolunuzu düşürmeseniz bile yolunuzun kendiliğinden düşeceği meydanda birkaç dakika durup insanların, tramvayların, arabaların vs. akışını izlemek çok zevkli…
Berliner Fernsehturm (TV Kulesi)
Alex’in orta yerinde göğe uzanan, şehrin en ikonik yapılarından biri TV Kulesi, yani Berliner Fernsehturm. 368 metre uzunluğundaki kule, Berlin’le ilgili turistik hediyeliklerde en çok görebileceğiniz yapılardan. 1969 doğumlu kuleye çıkmak mümkün mü mümkün. Yukarıda bir gözlem terası ve restoran mevcut. Peki değer mi siz karar verin. Gözlem terası için 2022 fiyatı kişi başı 24.50€, restorana girmek yine 24.50€, eğer cam kenarında oturacaksanız 27.50€, menüdeki yemek fiyatlarını düşünemiyoruz bile… O yüzden siz en iyisi şehrin farklı konumlarından gayet güzel görünen TV Kulesi’nin fotoğraflarını aşağıdan çekin, şehri panaromik bir açıyla izlemek içinse okumaya devam edin.
Berliner Dom (Berlin Katedrali)
Şehrin bir diğer sembolü Berlin Katedrali, Müzeler Adası’nın en eski sakinlerinden ve değişimlerle dolu bir geçmişi var. İlk olarak 1700’lerin ortasında Hollandalı mimar Johann Boumann tarafından Barok tarzda inşa edilen yapı, 1822’de Karl Friedrich Schinkel tarafından neo-klasik tarzda yenilenmiş. 1894’te dönemin imparatoru II. Wilhellm yıkılarak yeniden yapılmasını emredince Mimar Julius Raschdorff tarafından Neo-barok tarzında tasarlanıyor ve 1905 yılında açılıyor. 2. Dünya Savaşı’nda ağır hasar gören katedral, 1975-1981 yılları arasında mimar Günter Stahn tarafından yenileniyor.
İşte böyle uzun bir yıkım-doğum sürecinden geçen katedralin bugünkü görünümü de izlemeye doyulmayacak güzellikte. Sadece dış mimarisi değil iç tasarımı da çok etkileyici. Katedralin içerisindeki merdivenleri tırmanıp harika bir Berlin manzarasına kavuşabilir veya katedralde gerçekleşen konserlerden birini yakalayıp muhteşem büyüsünde harika bir etkinliğe dahil olabilirsiniz. Katedrale giriş maalesef ücretsiz değil, kişi başı 9€.
Checkpoint Charlie
Soğuk Savaş yıllarından bugüne uzanıp korunan ve hatta sergilenen tek şey Berlin Duvarı olmamış, duvar üzerindeki 3 geçiş noktasından biri olan Checkpoint Charlie de bir diğeri… 28 yıl boyunca Doğu Berlin ve Batı Berlin arasındaki geçişlerin sağlandığı (veya engellendiği) kontrol noktası, bugün şehrin bizce en turistik noktası. Zamanında ABD ve Sovyet askerlerinin kapının iki tarafında nöbet tuttuğu noktada bugün canlandırma ve bizce biraz da şov amacıyla iki ABD askeri giyimli kişi boy gösteriyor. Bu adamlarla fotoğraf çekilmek içinse (elbette para karşılığı) acayip bir sıra uzayıp gidiyor. Askerlerin önünde durduğu kulübe ise gerçek kulübe değil, onun bir replikası. Hemen karşı kaldırımda ise dev bir panoda Sovyet askeri sizi selamlıyor. Kulübenin çevresindeki kaldırımlarda bugün yer alan KFC, Mc Donald’s gibi kapitalist ABD’nin yemek zincirleri de olaya iyice tuhaf bir hava katıyor. Yani Checkpoint Charlie, ortamın acayipliğini izlemek için bizce mutlaka uğramanız gereken bir durak.
Potsdamer Platz
Şehrin iki yakasının yeniden birleşmesinden bu yana yeni yapıların en çok dikildiği meydana hoş geldiniz. Soğuk Savaş yıllarında çok uzun bir süre boş kalan meydan, sonrasında kentsel dönüşümün kalbi haline gelmiş. Bir tarafında tüm heybetiyle göğe uzanan Sony Center’ın bulunduğu meydan, şehrin Alexanderplatz’dan sonraki en ünlü alanı. Üzerinde ayrıca Almanya’nın ilk trafik lambası olan 1924 doğumlu ve beşgen formdaki “Traffic Tower” da bulunuyor. Bunun haricinde pek çok otel, restoran, kafe ve dükkana ev sahipliği yapan meydan camlarla bezeli gökdelenleri, dev alışveriş ve eğlence merkezleriyle bizce şehrin en Berlin olmayan alanı.
Holocaust Memorial (Katledilen Avrupalı Yahudiler Anıtı)
2. Dünya Savaşı’nda katledilen Yahudi’lerin anısına, 2006 yılında açılan “Katledilen Avrupalı Yahudiler Anıtı” çok etkileyici bir alan. Yaklaşık 19 bin metrekarelik bir alana kurulmuş olan anıt mezar, ABD’li mimar Peter Eisenman ve İngiliz mühendislik firması Buro Happold tarafından tasarlanmış. Açık havada sergilenen anıt, 2.711 adet gri beton bloktan oluşuyor. Anıt mezarın tasarımcısı Eisanman’a göre tasarımın amacı rahatsız edici ve kafa karıştırıcı bir ortam yaratmak. İnsan gerçekten de blokların arasından yürürken irkiliyor, katliamın insanlık tarihi üzerinde yarattığı travmayla bir kez daha yüzleşiyor. Biz bloklar arasında sükunet içerisinde yürürken blokların üzerine çıkıp “Instagram’lık fotoğraf” için saçmasapan pozlar veren insanlar ise hep var oluyor…
Anıtın altında, yer altı katında bir müze bulunuyor. Ücretsiz girilebilen müzede soykırım; çeşitli tanıklıklar, belgeler, fotoğraflar vs. ile anlatılıyor. Soykırımla ilgili detaylı bilgi almak ve o acıyı biraz da olsa anlayabilmek için bizce ziyaret edin.
Brandenburger Tor (Brandenburg Kapısı)
Ebertstrasse Caddesi’ne çıkıp da anıt mezarı arkanıza alıp sola doğru ilerlediğinizde karşınıza olanca heybetiyle Brandenburg Kapısı çıkıyor. Mimarı Carl Gotthard Langhans tarafından Atina’daki Akropol’ün girişindeki geçitten esinle tasarlanan ve 1788-1791 yılları arasında inşa edilen yapı, zamanında şehrin giriş kapısı görevindeymiş. Şanslı da bir kapı, şehrin yakıp yıkıldığı 2. Dünya Savaşı’nı hiç zarar görmeden atlatmayı başarmış. Bugün 26 metre uzunluğundaki dev kapıyı Berlin’le ilgili tüm eski ve yeni fotoğraflarda görmeniz mümkün. Zamanında Berlin Duvarı’nın yıkıldığı anlarda en bilinen fotoğraflar burada çekilirken bugün yılbaşı veya şampiyonluk kutlamaları burada yapılır, eylemler burada gerçekleştirilir, önemli bir olayda bu kapı ışıklandırılır… En son Rusya’nın Ukrayna saldırısı sırasında Ukrayna bayrağının renklerinde ışıklandırılması gibi. Kapı, mevsim ve saat fark etmeksizin her daim turist akınlarına uğruyor. Önünde dev Alman bayrağı açanlardan tutun da asker kıyafetleriye gezenlere kadar pek çok aktiviteci arkadaş da para kazanmak için kapının altında nöbet tutuyor.
Reichstag (Parlamento Binası)
Kim derdi ki bir ülkenin parlamento binası o ülkenin en sevdiğimiz noktalarından biri olacak diye… Ama hikayesi, konumu, elverdikleri ve bizim hayatımıza dokunuşuyla* Reichstag, yani Alman Parlamento Binası bizim için Berlin’de görülecek ilk birkaç yerden biri öneminde. Brandenburg Kapısı’nın komşusu olan binanın geçmişinden kısaca bahsedelim. Mimar Paul Wallot tarafından tasarlanan yapı, neo-rönesans tarzında 1994 yılında inşa edilmiş. 1933 yılındaki yangında ve 2. Dünya Savaşı’nda harabeye dönen bina, 1960’lı yıllarda tamir edilerek sergi ve özel etkinlikler için kullanılmış. Hitler döneminde bina hiç kullanılmıyor, yangından sonra parlamento binası olarak kullanılmaya başlanan Kroll Opera Binası Hitler’in tüm konuşmalarına ev sahipliği yapıyor. 1991 yılında binanın parlamento binası olarak kullanılması kararı alınınca 1995-1999 yılları arasında İngiliz mimar Norman Foster tarafından yeniden tasarlanıyor. 1999 yılından itibarense tekrar parlamento binası hayatına geri dönüyor.
1999 yılındaki inşa esnasında binaya eklenen cam kubbe, şu an Reichstag’ı bu denli değerli bir duruma getiriyor. Yapıya farklı bir güzellik katmasının yanı sıra panoramik bir Berlin manzarası da sunuyor. Ayrıca üzerindeki güneş panelleri ile elektrik elde edilen, özenle yerleştirilmiş aynalarla meclisin gün ışığı ile aydınlatılmasını sağlayan ve yağmur sularının arıtılıp kullanılmasını sağlayan kubbenin bu özellikleri de çok etkileyici. Tam bir Alman işi! İsteyen herkes online rezervasyon ile ücretsiz bir şekilde cam kubbeyi gezebiliyor. Birçok dilde sesli rehber var ve aralarında Türkçe dil seçeceği de mevcut. Kubbeyi gezerken çevredeki önemli yapıların da tarihi hakkında bilgi alabiliyorsunuz. Yani hem harika bir rehberli gezi hem de efsane bir Berlin manzarası için Reichstag mutlaka listenizde olsun. Gitmeden önce rezervasyon yaptırmayı unutmayın, oldukça kalabalık olabiliyor. Havalar güzelken giderseniz binanın önündeki geniş yeşil alanda piknik yapan, biralarını tüketen, çoluk çocuk eğlenen Almanları görüp şaşırmayın. Siz de onlara katılın, TBMM size bu şansı vermiyor ama Reichstag veriyor…
*Berlin’de evlenme teklifi etme gibi bir düşünceniz varsa, binanın tepesindeki oldukça şık ve hoş restoranda bu hayalinizi gerçekleştirebilirsiniz. Değişik bir hatıra oluyor, deneyimle sabit. 🙃
Siegessäule (Zafer Sütunu)
Reichstag’ın karşısına geçip Tiergarten Parkı’na girip ilerlediğinizde parkın bir kenarında 67 metrelik Zafer Sütunu’nu görebilirsiniz. 1864 yılında Prusya zaferinin anısına tasarlanan anıt, 1873 yılında açılmış. Sütunun tepesinde bir Victoria heykeli bulunuyor. İlk olarak Königsplatz’da konumlandırılan anıtsal sütun, 1939’da Naziler tarafından bugünkü yerine taşınmış. Küçük bir giriş ücretiyle anıtın içine girip en üstüne çıkabiliyorsunuz, biz çıkmadık ama çıkanlardan duyduğumuz kadarıyla yükseklik korkusu olanlar için sıkıntılı…
Kaiser-Wilhelm-Gedächtniskirche (Kaiser Wilhelm Anıt Kilisesi – Yıkık Kilise)
Geldik turistik Berlin turumuzun son durağına… Tiergarten’ı bitirip biraz daha yürüdüğünüzde varacağınız bu kilise, 1985 yılında inşa edilmiş. 1943 yılında savaş sürerken yapılan bombardıman sonucu büyük hasar alınca “Yıkık Kilise” diye anılmaya başlamış. 1950’li yıllarda kilisenin yıkılarak yeniden yapılması kararlaştırılmış ancak halk bu karara karşı çıkmış. Amaç, savaşın yıkıcı tarafını hiç unutmamak. Bu görünümüyle kilisenin çok etkileyici ve sürreal bir görünümü var. Kilisenin yıkılıp yenilenmesi konusu iptal olunca da kilisenin yanına 1963 yılında yeni bir yapı eklenmiş.
Berlin Müzeleri
Tüm müzeleri anlatmaya geçmeden önce hızlıca Müzeler Adası‘ndan (Museumsinsel) ve müze giriş bilgilerinden bahsedelim. Spree Nehri’nin ortasında oluşturulmuş minik bir ada burası. Berlin’in 5 önemli müzesini üzerinde barındıran Unesco Dünya Mirası Listesi’ndeki adada Pergamonmuseum, Altes Museum, Neues Museum, Alte Nationalgalarie ve Bode-Museum bulunuyor. Pazartesi günleri haricinde her gün ziyaret edilebiliyorlar. Aynı günde tüm müzeleri gezip bitirmek çok zor; detaylara takılmadan koşar adım gezecekseniz olur ama bunu önermeyiz elbette… Ada müzeleri haricinde Berlin’de görülebilecek onlarca müze var ama bize bir kısa liste yapın deseniz aşağıdakileri eklerdik.
Adadaki müzelere tek tek giriş 10-12€ arasında değişiyor. Eğer Berlin’de Müze Adası haricindeki müzeler dahil toplamda iki müzeden fazlasını görecekseniz 3 gün geçerli olan Museum Pass kartı almanızı tavsiye ederiz. Bu kartla 3 gün boyunca adadakiler dahil birçok müzeye girebiliyorsunuz. Ücreti 29€. Günübirlik Müzeler Adası bileti ise 18€. Museum pass’in geçerli olduğu müzelere şuradan göz atabilirsiniz. Yukarıda bütçe kısmında müzelere ücretsiz girişle ilgili o önemli bilgiyi de vermiştik. Şimdi müze gezimize başlayalım.
Pergamonmuseum (Bergama Müzesi)
Pergamon yani Bergama… Bizim İzmir’in Bergama’sı yani. Berlin’in en çok ziyaret edilen ve bizce en tartışmalı müzesi. Müze; Klasik Antik Çağ Koleksiyonu, Antik Yakın Doğu Müzesi ve İslam Sanatı Müzesi olmak üzere toplam üç bölümden oluşuyor. 1910’da kurulan müze koleksiyonunda Anadolu ve Mezopotamya topraklarından koparılan, götürülen, alınan, çalınan (siz karar verin) birçok eser mevcut. Türkiye, Suriye, Irak gibi ülkelerden zamanın fırtınalı dünya siyaseti kullanılarak yüzlerce irili ufaklı eser Almanya’da bu müzeye taşınmış. Şu an bakımda olduğu için kapalı olan (sanıyoruz 2026’da açılacak) ve müzeye ismini veren Bergamalı Zeus Sunağı, Milet kentinden agora kapısı, Bergama’dan Athena Heykeli, İştar Kapısı, Halep Odası gibi yüzyıllar öncesinden bize miras kalan eserler bugün binlerce kilometre ötede varlığını sürdürüyor.
Alte Nationalgalerie (Eski Ulusal Galeri)
1876’da Ulusal Galeri olarak açılan bina 2. Dünya Savaşı’nda büyük zarar görüyor. Hani hep konuşulan “Almanlar savaştan sonra öncelikle kütüphanelerini ve müzelerini ayağa kaldırmış” mevzuu var ya, işte bu müze o müzelerden… Mimar Friedrich August Stüler’in eseri olan bina antik bir Yunan tapınağını andırıyor. Almanya’nın ulusal resim müzesi olduğunu içerideki eserlerin nitelik ve niceliğinden de belli ediyor. Alte Nationalgalerie; Klasisizm, Romantizm, Biedermeier, İzlenimcilik ve Erken Modern Çağ’dan tablo ve heykellere ev sahipliği yapıyor. Müzenin koleksiyonunda 18. ve 19. Alman resim sanatından çok önemli eserler var. Alman ressamlar Adolph Menzel, Carl Blechen, Caspar David Friedrich ile Manet, Monet, Renoir ve Cezanne gibi ressamların eserlerini müzede görebilirsiniz.
Altes Museum (Eski Müze)
1830 yılında, Prusya Kraliyet Ailesi’ne ait sanat eserlerini sergilemek için hayata gözlerini açan muhteşem mimarideki binanın mimarı Karl Friedrich Schinkel. İçerisinde arkeolojik eserler ve klasik tarzda pek çok resim sergileniyor.
Neues Museum (Yeni Müze)
Neues Museum, adanın en çok ziyaret edilen müzelerinden olabilir çünkü içerisinde Mısır Kraliçesi Nefertiti’nin 3500 yıllık büstü sergileniyor. Müzede ayrıca antik çağlardan itibaren başta Mısır bölgesi olmak üzere pek çok bölgeden zengin eserler mevcut. 2. Dünya Savaşı’nda bu müze binası da çok zarar görmüş, 2000’li yıllara kadar tadilat görmemiş ve eserler farklı yerlerde sergilenmiş.
Bode-Museum
1900’lerin başında açılmış olan müzede Bizans dönemine ait eserler ve antik heykeller sergileniyor. Oldukça görkemli olan binası 2. Dünya Savaşı sırasında zarar görmüş ve yenilenmiş.
Contemporary Fine Arts
Adanın hemen bitişiğinde konumlanan bu müzede çağdaş sanat eserleri sergileniyor. Dev ve asimetrik pencere tasarımıyla dış mimarisi de oldukça ilginç. Sergilenen koleksiyonlar sürekli değişiyor, bu yüzden gitmeden önce sitesinden ne var ne yok kontrol edebilirsiniz.
Hamburger Bahnhof
Berlin’in merkez tren istasyonuna komşu bir konumda olan müzenin bu lokasyonu şaşırtıcı değil, bina Aralık 1846’da Hamburg ve Berlin arasındaki demiryolu hattının terminali olarak inşa edilmiş. İsmi de buradan geliyor. Bugün şehrin o zamanlardan kalan tek tren istasyon binası olarak korunuyor. 1884’te istasyon kapanıyor ve bina 1904 yılında müze olarak hayata tekrar geliyor. Hamburger Bahnhof, çağdaş sanat koleksiyonlarına ev sahipliği yapıyor. Resim ve heykel gibi klasik tarzlardan ziyade video, yerleştirme ve fotoğraf gibi sanat türleri ön planda. Biz gittiğimizde kalıcı koleksiyonun yanı sıra 3 tane geçici sergi vardı. Gitmeden önce ne var ne yok diye bakmakta fayda var. Müzenin giriş ücreti 10€.
Sammlung Scharf-Gerstenberg
Müzede Fransız Romantizminden Sürrealizme kadar uzanan dönemi kapsayan resim, grafik ve heykel koleksiyonu sergileniyor. Warhol, Dali, Picasso, Monet, Goya gibi usta ressamların eserlerinin sergilendiği 2008 doğumlu müze, Berlin Ulusal Galerisi’nin bir parçası. Müzenin giriş ücreti 12€.
C/O Berlin
Dünyanın farklı yerlerinden fotoğraf sanatçılarının eserlerinin sergilendiği C/O Berlin, fotoğraf sanatı ile ilgileniyorsanız mutlaka uğramanız gereken bir alan. Müze, eskiden ABD ve Alman kültür etkinlikleri için kullanılan Amerika Haus isimli binada yer alıyor. Müzedeki sergiler düzenli olarak değişiyor, güncel ve gelecek sergilerle ilgili bilgi almak için sitesini ziyaret edebilirsiniz. Müzenin giriş ücreti 10€.
Topography of Terror
1933-1945 yılları arasında, Nazi’lerin merkezi kurumları tarafından ana merkez olarak kullanılmış bir bina ve çevresinde konumlanan bir müze burası. 3 kalıcı bölümden oluşan müzede; SS subaylarının Avrupa genelinde işledikleri suçlar, Nasyonal Sosyalist politika ve bunun şehir ve nüfusu üzerindeki sonuçları ile alanın Nazi dönemi ve savaş sonrası dönemdeki kullanımı gibi konularda bilgi edinebiliyorsunuz. Berlin Duvarı’nın kalıntılarının da sergilendiği müzenin girişi ücretsiz.
DDR Museum
2006 yılında açılan DDR Museum, Soğuk Savaş yıllarında Doğu Almanya‘daki (Almanca Deutsche Demokratische Republik) hayatı uygulamalı bir şekilde sergiliyor. Örneğin müzede yeniden yaratılan bir apartman dairesinde DDR kıyafetlerini deneyebiliyor, TV kanallarını izleyebiliyor veya orijinal bir daktilo kullanabiliyorsunuz. Serginin “Kamusal Yaşam”, “Devlet ve İdeoloji” ve “Kule Blokta Yaşam” olmak üzere üç temaya dayanan üç alanı var. Biz deneyimleyemedik ancak zaman bulursanız ve o yıllara ilginiz varsa müzeyi mutlaka ziyaret edin. Müzenin giriş ücreti 9,80€.
Parklar
Berlin pek çok Avrupa şehri gibi dev parklarla ödüllendirilmiş bir kent. Türkiye’ye kıyasla güneşli gün sayısının az olmasına rağmen yeşil alanlarının değerini bilen Berlinliler güneşi gördükleri an biralarını kapıp bu parklara akın ediyor. O yüzden eğer hava güzelse ve siz de ucundan da olsa güneş ışını yakaladıysanız hızla en yakındaki parka gidip Berlin’de güzel havanın keyfini lokaller gibi çıkarabilirsiniz. Bunun için 210 hektara yayılan alanıyla şehrin en büyüğü Tiergarten (Brandenburg Kapısı’nın hemen karşısında), yürüyüş yollarıyla yemyeşil bir cennet olan Hundepark Hasenheide (Kreuzberg ve Neukölln bölgeleri arasında kalıyor) ve içerisindeki göletleri, yüzme havuzu ve spor tesisleriyle Volkspark Friedrichshain (Friedrichshain’de yer alıyor) şehrin öne çıkan parklarından.