Berlin’e karşı yaklaşımımız, bir kez yaptırınca devamı gelen dövme konusuna benzer bir vaziyette; bir kez gidip de şehri yaşadıktan sonra bağımlısı olduğumuz, birkaç sene görmeyince özleyip burnumuzda tüttürdüğümüz, ara ara “şimdi orada olmak vardı anasını satayım” diye ağladığımız bir şehir Berlin. Alternatif yaşamların, sanatın, çok kültürlülüğün, deneyimlerin şehri Berlin’in gizli saklı katmanlarını her gidişimizde biraz daha keşfettikçe şehrin içine daha fazla giriyor ve daha bizden duygularla karşılaşıyoruz. Bunda belki de Türkiye’den göçenlerin 50-60 yıldır şehrin temeline kazıdıkları kültür de etken olabilir ama bunun ötesinde şehrin geçmişinden gelen hikayeleri, parlak ve romantik bir Avrupa şehri olmaktan ziyade zamansızca cool duruşu bizim kalbimizdeki yerini sağlamlaştırıyor. Her ne kadar son gidişimizde şehirdeki özgürlük alanlarının sınırları aşmış olması bizlere “benim özgürlüğümün başladığı yer sıkıntıda yalnız” hissi yaratmış olsa da bizim için, şehrin o sevdiğimiz karşı kültürlerini hala yaşatıyor olması önemliydi. Berlin’le ilgili haleti ruhiyemiz böyle olunca, her gidişimizde o gizli katmanlarda gezinip şehrin yeni yerlerini, mekanlarını, yüzlerini keşfediyoruz.
İşte bu yazının çıkış noktası da şehrin çok bilindik ve kesinlikle görülmesi gereken yerleri haricinde, hem içeriden bilgiler sayesinde hem de araştırmacı gazeteciliğimizle keşfettiğimiz efsane Berlin durakları oldu. Elbette Berlin 101 rehberimizdeki yerler de şehrin geçmişi ve bugünü ile ilgili çok önemli hikayeler barındırıyor; özellikle bu hikayeleri bilerek Berlin’i temelinden gezmek isteyenler mutlaka o rehbere de göz atsın isteriz. Bir de tabii şehrin en leziz ve alternatif mekanlarını derlediğimiz Berlin yeme-içme rehberi yazımız da Berlin seyahati öncesi uğranacak önemli bir durak. Ama sonra buraya dönüp Berlin’in kıyısından köşesinden bulup çıkardığımız, çok kültürlü açık hava mekanlarından terk edilmiş eğlence parklarına uzanan bu duraklara da mutlaka uğrayın.
Hazırsanız başlayalım. 🙌🏻
BU YAZIDA NELER VAR?
Aşağıda anlatacağımız tüm yerleri haritada işaretledik, seyahatiniz esnasında isterseniz bu haritayı kullanabilirsiniz.
Spreepark – “Kulti”
İlk durağımız, “Hannah” isimli filmde görüp izine düştüğümüz ve araştırmalarımız sonucu hikayesine ulaştığımız Spreepark. 2022 yılından beri şehrin güneydoğusundaki Treptow-Köpenick bölgesinde, Spree Nehri kıyısında terk edilmiş vaziyette duran Spreepark’ın doğuşu 1969 yılının Doğu Almanya’sına uzanıyor. Dönemin sosyalist hükümeti tarafından “VEB Kulturpark Berlin” ismiyle kurulan eğlence parkı, o zamanlar yılda 1 milyondan fazla ziyaretçi ağırlıyormuş. “Kulti” ismiyle de anılan park, döneminde şehrin tek eğlence merkezi olarak hizmet veriyormuş. Kulti, 1989 yılında duvar yıkılıp da şehrin iki yakası birleştikten 2 yıl sonra işletmeci Norbert Witte tarafından satın alınıyor ve ismi “Spreepark” olarak değiştiriliyor. Witte, ismi gibi parkın atmosferini de defalarca değiştirip konsepti batı stiline yaklaştırıyor, şu Amerikan eğlence parkları kafası… 1999’dan itibaren büyük borçlarla başa çıkmak zorunda kalan parkın giriş ücretleri arttıkça ziyaretçi sayısı düşüyor ve 2001 yılında da iflas ediyor. Ancak bir kültün ölümüne sebep olan Witte’nin tek kötü eylemi bu değil. Ailesiyle birlikte Peru’nun başkenti Lima’ya taşınan Witte, 2004 yılında Peru’dan Almanya’ya 14 milyon sterlin değerinde 180 kg kokain kaçırmaya teşebbüs etmekten 7 yıl hapis cezasına çarptırılıyor. Üstelik kokaini lunapark ekipmanlarının içinde taşırken yakalanıyor…
İflasın ardından kapanan park, zamanla doğa tarafından ele geçiriliyor. Kulti döneminden kalan dinazorlar, dönme dolap, hız treni, atlıkarınca gibi oyuncaklar zaman içinde otlarla kaplanıp büyülü, fantastik ve garip bir görüntü oluşturuyor. 2014 yılında bir kundaklama sonucu zarar gören parkta artık güvenlik önlemleri alınmaya başlanıyor. 2016 yılında Grün Berlin GmbH şirketi tarafından, sanat ve kültür alanında bir merkeze dönüştürülmek için devralınıyor. Şirketin web sitesinde çalışmaların hala sürdüğü ve birkaç yıl içerisinde tamamlanacağı yazıyor. Biz gittiğimizde park demir kapılar ile çevriliydi. Maalesef hiçbir oyuncağı da göremedik. ☹️ Ama bunun mümkün olabileceğini bilerek gitmiştik, en azından filmde izlediğimiz o büyülü dünyanın nasıl bir yerde olduğunu görmek istedik. Ve park yeni kimliğiyle tekrar doğduğunda bir kez daha ziyaret etmek üzere vedalaştık.
Urban Spree
Devasa bir alan düşünün, içerisinde barlar, dans kulüpleri, sanat galerileri, yeme-içme alanları, bira bahçeleri ve çok daha fazlası bir arada olsun. İşte Berlin’in underground kimliğini dibine kadar yaşatan Friedrichshain bölgesindeki Urban Spree bu bir aradalığın yeri. Alana giriş yapmak için indiğiniz merdivenler sizi adeta dev bir kültür sanat alanına davet ediyor. 1700 metrekarelik alana yayılan Urban Spree’ye ister bira bahçesinde birer bira içmeye uğrayabilir, ister içeride düzenlenen atölyelere katılabilir, isterseniz de gece kulüplerinde çılgın Berlin gecelerine akabilirsiniz. Bir de şu önemli bilgiyi vermeden geçmeyelim, hava iyi değilse maalesef bu saydıklarımızın hiçbirini yapamama ihtimaliniz olacak. Güzel havalarda ise gecesi ve gündüzü ayrı deneyimlere açık. Berlin’e güzel havada gitmek için sebeplerden sadece biri…
YAAM
Berlin’in ortasında ama Karayip esintileri içinde ve Reggae müziği eşliğinde salınmaya ne dersiniz? Şehrin ortasındaki küçük Afrika sıfatını bizce fazlasıyla hak eden YAAM’da bu mümkün. Açılımı “Young African Art Market” olan ve Spree Nehri’nin kıyısında konumlanan YAAM, Afrika ve Karayip kültürlerinin etkisinde, kendi deyimleriyle “Berlin’in kalbinde, çok kültürlü ve kentsel bir lokasyon”. Alana girdiğiniz andan itibaren şehrin paralel evrendeki farklı bir boyutuna geçmiş gibi hissediyorsunuz. Reggae, rap, hip hop gibi müzik türlerinde müzik performansları, partiler, spor etkinlikleri, yemek marketi, YAAM beach, sanat galerisi gibi alan ve aktivitelerin olduğu grafitilerle bezeli mekanda ayrıca yeme-içme mekanları da mevcut. Hatta Karayiplerin sadece ruhunu değil kumsallarını da burada yaşatmak için mekanın içerisinde küçük bir kumsal bile var… 1994 yılından beri şehirde varlık gösteren YAAM yıl boyunca açık ancak etkinliğe denk gelmek veya kalabalık bir ortam yakalayıp sosyalleşmek için havanın güzel olması şart. Etkinlikleri web sitelerinden takip edebilirsiniz.
Holzmarkt 25
YAAM’ı geride bırakıp Spree Nehri kıyısı boyunca 5 dakikalık bir yürüyüşle devam ettiğinizde karşınıza Holzmarkt 25 çıkacak. Biz de tıpkı böyle yol üzerinde rastgele karşılaştık bu harika alanla.
Holzmarkt kısaca sürdürülebilir, kalıcı ve kolektif bir toplanma alanı. Kentin ikiye bölündüğü yıllarda Spree Nehri kıyısında atıl kalan pek çok alan gibi Holzmarkt’ın bugün kurulu oldu bu yer, birleşme sonrasında hem kar odaklarının hem de alternatif grupların ilgi odağı olmuş. Arazi sahibi ile geçici bir anlaşma imzalayan BAR25 bu alanı 2012’ye kadar kullanmış. Sonrasında buldukları fon ile arazi için açılan ihaleyi kazanan Holzmarkt ekibi; bugün sanatçılar, alternatif gruplar ve tüm dünyadan ziyaretçiler için harika bir açık hava alanı yaratmış. Sonrasında alandaki arsalar ekilmiş, mevcut betonarme yapılar ahşap yapılarla bütünleştirilmiş, mekanlar uygun fiyatlarla sanatçı, zanaatkar ve gastronomi kooperatiflerine emanet edilmiş. Grafitiler ve duvar resimleriyle donatılmış pek çok yapıdan oluşan devasa alan içerisinde konserler, toplantılar, seminerler, her türlü kültürel, müzikal veya kurumsal etkinlik yapılıyor. İçeride tiyatro salonu, çocuk odası, fırın, yeme-içme alanları ve çok daha fazlası mevcut. Elbette giriş ücretsiz. Güneşli bir Berlin gününde veya konserli bir gecede, kolektif bir emeğin çıktısı olan Holzmarkt’a mutlaka uğrayın.
Haus Schwarzenberg
Berlin’in kalbindeki küçük meydanlardan biri olan Hackescher Markt’ın hemen ötesinde; alışveriş, eğlence ve yemek mekanlarının yer aldığı avluların birinde; şehrin en sıra dışı sokak sanatı merkezi bulunuyor. Haus Schwarzenberg, meydandan Rosanthaler Caddesi’nde döndüğünüzde dikkatli ilerleyip bulabileceğiniz bir lokasyonda; Hackesche Höfe ve Café Cinema’nın hemen yanında. Avludan içeri girdiğinizde şehrin modern akışını ve dönüşümünü geride bırakıyor ve şehrin gerçek manada arka bahçesine adım atıyorsunuz. Berlin’in dönüşümüne direnen avlunun duvarları, üzerindeki resimler sayesinde resmen seçilmiyor. Her yer duvar resimleriyle bezeli, bazı yerlerde üst üste binmiş durumda… Detaylarıyla her bir noktasını izlemek için saatlerinizi vermeniz gerek. Şehrin alt kültürünün yaşadığı noktalardan biri olan Haus Schwarzenberg’in duvarları üzerinde El Bocho, Miss Van, Stinkfish, Otto Schade gibi dünya üzerinden pek çok sanatçının eserleri mevcut. Burada resmen duvarların dili var; sürekli değişen eserler bize farklı dünyaları ve hikayeleri anlatıyor. Elbette Anne Frank portresi ve bizim topraklardan Deniz Gezmiş resmi gibi bazı kalıcı resimler de mevcut. En azından üç gidişimizde de gördüğümüz için öyle olduklarını düşünüyoruz.
Avluda ayrıca sanat galerileri, müzik dükkanları, kafe ve barlar, Anne Frank Merkezi ve sanatçı grubu Dead Chickens’ın “The Monsterkabinett” isimli deneysel ve fantastik mekanı var. Yani Haus Schwarzenberg şehrin sürekli değişen çehresine karşı direnen, şehrin en efsane duvar resimlerini ve sanatsal alanlarını bulabileceğiniz, bir avludan çok daha fazlası olan yaratıcı bir alan.
Hackesche Höfe
Haus Schwarzenberg’de ısınan fotoğraf makinalarımız soğumadan başka bir avluya, hatta avlu kompleksine geçiş yapıyoruz. Efsane sanat sokağının komşusu olan Hackesche Höfe, kemerli bir girişten erişilen birbirine bağlı sekiz avludan oluşuyor. 1906’da başlatılan projenin inşaatı, bu alanı benzerlerinden farklı kılıyor. İlk avluda, Mimar August Endell tarafından Art Nouveau tarzında, sırlı tuğlalarla bezeli muhteşem bir cephe insanı karşılıyor. Hani Wes Anderson Berlin’de film çekecek olsa mutlaka bu alanı kullanır, görüntü o kadar renkli ve özenli… Kompleksin diğer avlularında kafeler, restoranlar, butik dükkanlar, sinema gibi vakit geçirebileceğiniz pek çok mekan mevcut. Uzun uzadıya kalmayacaksanız bile şehrin ortasında birbirine geçmiş harika avlularda kısa bir yürüyüş ve birkaç fotoğraf karesi (100 de olabilir 😅) için Hackesche Höfe’ye mutlaka uğrayın.
Bebelplatz
Şimdi size somut olarak bir anıttan başka bir şey göremeyeceğiniz, ancak hikayesini dinleyince hayal gücünüzle o felaket günü yaşayabileceğiniz bir yere götürüyoruz. 10 Mayıs 1933 akşamı ülkenin pek çok şehrinde Nazi öğrenci birlikleri kitap yakma töreni düzenler. Evet doğru duydunuz, kitap okuma etkinliği değil baya kitap yakmak için bir tören. Amaçları, içeriği Nazi ideolojisine karşı olan fikirleri cezalandırmak… Berlin’de Bebelplatz meydanı, Eğitim ve Propaganda Başkanı Joseph Goebbels tarafından işte bu autodafé’yi (Nazilerin kitap yakma olayını) uygulamak için seçilir. Opera ve üniversite binalarıyla çevrili meydandaki kitap yakma törenine Nazi Öğrenci Birliği, SA, SS ve Hitler Gençlik gruplarının üyeleri katılır. Heinrich Mann, Erich Maria Remarque, Heinrich Heine, Karl Marx, Albert Einstein ve diğer pek çok yazarın eserleri de dahil 20.000 civarında kitap yakılır. Üstelik yakılanlar arasında kitapları da bulunan Erich Kästner olay yerindedir. Kabus gibi…
O günü hiç unutmamak üzere meydanın parke taşları arasında bugün bir anıt yer alıyor. Micha Ullman imzalı 1995 yapımı “Boş Kütüphane” isimli anıt, 20.000 yanmış kitabın tümünü alacak kadar büyük ve boş raflardan oluşan, üzeri cam bir plaka ile kaplı ve yer altına doğru devam eden bir kitaplık formunda. O taraflara yolunuz düşerse mutlaka meydanı ve anıtı ziyaret edin.
Panke Culture
Şehrin ara sokaklarına gizli ve zor bulunan mekanlarından Panke, aynı zamanda en underground ve yaratıcı olanlarından. 150 metrekarelik bir alana sahip olan mekanda sergiler, söyleşiler, tiyatro oyunları, müzik etkinlikleri gibi pek çok deneyime katılmak mümkün. Wedding semtinde konumlanan Panke’nin vegan ve vejetaryen yemek alternatiflerinin de olduğu kafesi farklı etkinliklere alan tanıyor. Panke Culture, var oluş amacını şöyle açıklıyor: “Berlin’de deneysel yaratıcılığı teşvik etmenin yanı sıra, gelecek vaat eden yaratıcı Wedding sahnesi için alternatif bir buluşma noktası sunmak.”
Çocuk ve hayvan dostu Panke’de etkinlikler özellikle Nisan’dan itibaren hareketlenmeye başlıyor, mekan Çarşamba-Pazar günleri arasında 12.00’den itibaren açık. Instagram hesaplarından güncel etkinlikleri takip edebilirsiniz.
The Bierpinsel
Farklı formlarda mimari yapılar ilginizi çekiyorsa şimdi tam yerindesiniz. Berlin’in Steglitz semtinde bir caddenin orta yerinde göğe yükselen betonarme bir ağaç formundaki Bierpinsel, bilimkurgu filmlerine ilham olacak fantastiklikte bir bina. Mimar çift Ursula Schuler-Witte ve Ralph Schuler’in 1976 yılında inşa ettiği Bierpinsel, Alman Brütalizm çılgınlığının ikonik bir örneği olarak kayıtlara geçmiş. Aslen bir ağaca benzemek üzere tasarlanan bina, 47 metreli uzunluğu ve formu nedeniyle Berlin halkı tarafından Bierpinsel, yani “bira fırçası” olarak isimlendirilmiş. İçerisinde bir restoran ve bir gece kulübü ile donatılmış olan bina, iflas gibi ekonomik sebeplerle birçok kez kapanmış. 2010 yılında “Turmkunst” adı altında yeniden açılan kule, ünlü sokak sanatçıları tarafından dekore edilmiş ve binaya yeni bir pop-art makyajı yapılmış. Bu arada bu makyaj yapının mimarlarının hiç hoşuna gitmemiş… 2006 yılından bu yana boş duran bina en son bizim de izlediğimiz ama tabii ki bu olayı fark etmediğimiz Netflix dizisi Dogs of Berlin’deki polis karakoluna set olmuş.
2021 ortalarında kule, Bierpinsel’i renove etmek ve canlandırmak isteyen bir yatırımcıya satılmış. Ofislerin yanı sıra bir kat da yine gastronomi için kullanılacakmış. Haberlerde 2025’te yeniden açılması planlandığı yazıyor. Diğer yandan, Google’daki bazı kullanıcı yorumlarında ise açıldığı söyleniyor. Biz vakitsizlikten gidemedik, gidenler olursa youmlara son durumu yazsın. 🙌🏻
Klunkerkranich
Berlin’in bir diğer bulması zor mekanlarından birindeyiz. Neukölln semtindeki Arcaden Alışveriş Merkezi’nin en tepesinde bulabileceğiniz Klunkerkranich, otopark alanından dönüştürülmüş bir açık hava barı. Hava güzelse tadını çıkarabileceğiniz bu bara gün batımında gidip Berlin’le romantik bir ilişki kurabilirsiniz. Bu mekan aslında şehirdeki boş ve terk edilmiş alanların dönüştürülerek kullanıma açılmasının da iyi bir örneği. Girişinde küçük bir ücret ödemeniz gerektiğini de unutmayın.
Beelitz Sanatorium
Tıpkı ilk başta anlattığımız Spreepark veya şimdi bahsedeceğimiz Beelitz gibi, Berlin’de terk edilmiş çok fazla yapı ve alan var. Her ne kadar birçoğu zamanla farklı amaçlar doğrultusunda işlevselleştirilmiş olsa da bizim gibi eskiye ve garip olana meraklıları heyecanlandıracak yerler de hala mevcut.
İşte Beelitz Sanatoryumu da 1898 yılında Berlin’de büyük bir hızla artan tüberküloz hastalığına yanıt olarak inşa edilmiş olsa da bugün tamamiyle terk edilmiş bir yapı. Alexanderplatz’dan banliyö treniyle Beelitz Heilstätten’in 60 binadan oluşan geniş kompleksine ulaşmak bir saatten az sürüyor. 1914 ve 1918 yılları arasında Beelitz’de yaklaşık 17.500 kişi tedavi edilmiş, üstelik içlerinde savaşta yaralanan Adolf Hitler de var. 1945’te Sovyet ordusu tarafından işgal edilen ve 1995’e kadar bir Rus askeri hastanesi olarak kullanılan yapının terk edilişi sonraki yıllara rastlıyor. 2008 yılında ayarladığı bir modelle çekim için buraya gelen fotoğrafçının modeli döverek öldürmesi gibi korkunç hikayeleri de barındırıyor içinde Beelitz. Bazı porno filmlerden Roman Polanski’nin The Pianist’ine kadar pek çok yapıma da ev sahipliği yapan bina son dönemlerde meraklı YouTuber’ların da uğrak noktalarından biri olmuş.
Berlin’in Underground Semtleri
Kreuzberg
Rap müziğe ilginiz varsa Ezhel ve Killa Hakan’ın şarkılarından, yoksa Berlin’e adım atmış bir tanıdığınızdan, o da yoksa Berlin’le ilgili bir sohbetten duymuş olduğunuzu tahmin ettiğimiz Kreuzberg’i bilmeyenler için biraz anlatalım. Şehrin ikiye bölündüğü yıllarda batı yakasında kalan ve 60’lardan itibaren Türkiye’den göçenlerin yoğunlukla yerleştiği yer olarak bilinen Kreuzberg, bugün şehrin alt kültürlere hitap eden en öncelikli semtlerinden. İçinde yaşayan yoğun Türk nüfusundan dolayı “küçük İstanbul” diye anılan Kreuzberg sokaklarında yürürken göreceğiniz Türk dükkanları, restoranları, çiçekçileri, ayakkabıcıları vs. sizi şaşırtmıyorsa semtin ana meydanındaki dev “Kreuzberg Merkezi” yazılı tabela veya dış cephesinde -miş’li geçmiş zaman ekinin tüm çekimlerini taşıyan “Miş’li Geçmiş Zaman Apartmanı” illa ki şaşırtacaktır. Yıllar yılı Türk semti olarak anılan ve getto gözüyle bakılan Kreuzberg, bugün ise şehrin alternatif mekanlarının ve gece hayatının kalbinin attığı birincil alanlardan biri olmuş durumda. Özellikle son gidişimizde gördüğümüz yeni açılan mekanlar ve semtin çehresinin çok kültürlülüğe dönüşü dikkatimizi çekti. Bir kısmını da elbette denedik ve Berlin yeme-içme yazımızda anlattık.
Fiziksel olarak Türkiye’den binlerce kilometre uzakta olsa da ruhen kozmopolit İstanbul’un bir semtinden farkı olmayan Kreuzberg’in sokaklarında mutlaka gezinin, mekanlarında kahve veya bira molası verin, esnafla konuşup hikayelerini dinleyin. Bir de eğer Berlin seyahatinizi bir 1 Mayıs’a denk getirirseniz Kreuzberg’in Myfest partilerinde bizim için de birer bira için. ✌🏻
Neukölln
Her şehirde olduğu gibi (İstanbul’da Taksim ve Kadıköy benzeri) bir semtin “patlamasıyla” birlikte ruhen yakınında olan diğer semtlerin devreye girişi Berlin’de de yaşanmış; Kreuzberg’in bu denli popülerleşmesi ve kabına sığmaması sonucu devreye komşusu olan Neukölln girmiş. 3. nesil kahveciler, alternatif mekanlar, dünya mutfağından restoranlar vs. derken semtin çehresi son yıllarda epey değişmiş. Özellikle öğrencilerin, sanatçıların ve yurt dışından şehre göçenlerin yaşamak için tercih ettiği Neukölln de aslında bu popülerliği sayesinde kira artışlarında Berlin sakinlerini üzmeye başlamış bile…
Prenzlauer Berg
Berlin’in doğusunda konumlanan bu semt de son dönemde popülerleşen; genç, beyaz yakalı ve expat kesim tarafından ikamet adresi için seçilen yerlerden. Soğuk Savaş yıllarından ve öncesinden kalma apartmanlarında hala şarapnel izlerinin görülebildiği, pek çok alternatif mekana ve şehrin en iyi bit pazarlarından birine ev sahipliği yapan (aşağıda anlatacağız) Prenzlauer Berg’in özellikle son yıllarda gerçek bir dönüşüm içinde olduğu söyleniyor. Yemyeşil parklarında yürüyüş yapmak veya yayılıp birer bira içmek için de Prenzlauer Berg’e uzanabilirsiniz.
Bit Pazarları
Mauerpark Flea Market
Şehrin en büyük bit pazarı, Wedding ve Prenzlauer Berg arasındaki Mauerpark’ta yer alıyor ve tek açık olduğu gün olan Pazar’ları büyük kalabalıkların akınına uğruyor. İkinci el kıyafetten eski objelere, tasarım ve el yapımı ürünlerden müzik aletlerine, dekoratif eşyalardan antika mobilyalara yüzlerce çeşit ürünün sergilendiği ve satıldığı alan, dünya çapında bit pazarı severlerin de uğrak noktalarından. Pazarda yeme-içme konusunu çözen stantlar da mevcut. Yani Berlin seyahatini bir Pazar gününe denk getirdiğiniz vakit günün önemli bir kısmını burada geçirmenizi tavsiye ederiz. Bu arada pazarın çok turistik ve gereksiz pahalı diye adının çıktığını da söylemekte fayda var, isterseniz “sadece bakmaya geldik”çilerden de olabilirsiniz. Bir de buralara gelmişken havalar güzelse Mauerpark’ta yürüyüş yapabilir veya çimenlerde yayılabilirsiniz.
Bode Museum Market
Müzeler Adası’ndaki Bode Müzesi’nin hemen karşısında kendine yer bulan bu bit pazarında antika eşyalar ve eski kitaplar sergileniyor. 1992’den beri her Cumartesi ve Pazar açılan pazar, şehrin en büyüğü olmasa da çok küçük de değil. İçerisinde farklı tarihlerden kitaplar (genelde Almanca), CD ve plaklar, el yapımı objeler bulmak mümkün.
Nowkoelln Flea Market
Son durağımız, Neukölln’de, Maybachufer kanalının yanında yer alan Nowkoelln bit pazarı. Şehrin en dolu ve hareketli bit pazarlarından olan alanda Berlinli gençler ikinci el ürünlerini satıyor ve bu yönüyle oldukça uygun fiyatlara sahne oluyor. Pazrada ayrıca vintage kıyafetler, eski kitaplar, plaklar, objeler vs. de sergilerde yer alıyor. Pazarda bulunan yeme-içme tezgahlarında karnınızı doyurup gezmeye devam edebilirsiniz. Pazarın sadece her ayın birinci ve üçüncü Pazar günü ve sadece Nisan ve Aralık ayları arasında açık olduğunu da söyleyelim.