İki yakasını masmavi boğazın ayırdığı bir şehrin sakinleri olarak, içinden nehirler geçen şehirler her zaman bize bir tanıdıkla karşılaşmış hissi verir. Gitmeden önce, haritadan bakınca incecik kıvrımlı bir nehrin boylu boyunca yardığı o şehirde ne manzaralar yakalayacağız kim bilir diye düşünürüz. Gidip de kendi gözlerimizle görünce, bazen manzara tam tahmin ettiğimiz gibi çıkar, bazen çok daha iyisini karşımızda buluruz. Sırbistan’ın başkenti Belgrad’a gittiğimizde de, Tuna ve Sava nehirlerinin şehrin tam göbeğinde yaşanan harika çarpışmasına şahit olduk. Şehre ayak basar basmaz ilk durağımız bellediğimiz kocaman bir şehir parkı olan Kalemegdan’ın bu etkileyici birleşmeye bakan kısmı, şehirden ayrılmadan önce de uğradığımız son durak oldu. Herhalde Belgrad’ı en çok bu noktadan hatırlamak istedik.
Bizim Belgrad Ormanı ismini, Sırbistan seferinden dönen Kanuni Sultan Süleyman’ın beraberinde getirdiği Sırp tutsaklara yuva olan Belgrad Köyü’nden almış. İşte bu bilgi, Belgrad’a gittiğimizde karşılaşacağımız diğer tanışıklıkların da habercisiydi. Zaten 500 küsür yıl Osmanlı Devleti’nin hükmettiği bu topraklarda bizden bir şeyler bulmasak garip olurdu. Keza Kalemegdan’da karşımıza çıkan Damat Ali Paşa türbesinden Sırp dilinde denk geldiğimiz ortak kelimelere kadar Belgrad’da pek çok tanıdıkla karşılaştık. Sonuç olarak, geçmişi ve görünüşüyle bize aşina gelen kent; adım başı karşımıza çıkan şehir parkları ve canlı sokaklarıyla dikkatimizi çekti. İsmi “beyaz şehir” (beo+grad) anlamına gelse de Belgrad’ın bir rengi olsa bizce o kesin yeşil olurdu.
Sırbistan’ın kendinden ünlü başkenti, Belgrad Gezi Rehberi yazımızda bahsettiğimiz gibi “fırsatını bulsam bir daha giderim” lokasyonlarımızdan biri olamasa da, “hayatta bir kez gidilmeli” listemize kesinlikle girdi. Peki, Belgrad’a gidince nereleri görmeli? “Belgrad’da gezilecek yerlere Kalemegdan’dan başlanır” şeklindeki klişe fakat doğru bilgiyle anlatmaya başlayalım.
Bu arada, Belgrad’da 4 gün boyunca deneyimlediğimiz yeme içme noktalarını detaylıca anlattığımız yazımıza da mutlaka göz atın: Belgrad Yeme İçme Rehberi
Kalemegdan & Belgrad Kalesi
Belgrad Kalesi ve üzerine kurulduğu Kalemegdan (evet, Kale Meydan), bu şehrin hem en turistik noktası hem de lokallerin zaman geçirdiği bir mekan. Eskiden askeri merkez olarak kullanılan alan şimdi yerli-yabancı herkese kucak açan panoromik manzaralı devasa bir şehir parkı. Yukarıda bahsettiğimiz gibi, Tuna ve Sava nehirlerinin birleştiği noktaya açılan manzarası parkın en etkileyici özelliklerinden biri. İki kez gitmiş olmamıza rağmen her bir noktasını adımlayamadığımızı ekleyelim, park o denli büyük. İçinde yok yok: Dev heykeller, saat kulesi, kilise, müzeler, yukarıda bahsettiğimiz türbe, maalesef bir hayvanat bahçesi ve dahası… Parka turistik bir gezi düzenleyebilir veya lokaller gibi içkilerinizi kapıp surların üzerinde güneşi batırabilirsiniz, tercih sizin.
Kalemegdan üzerinde yükselen, MÖ 279 yılında Doğu Roma İmparatoru I. Justinianus tarafından inşa edilen Belgrad Kalesi ise tarih boyunca 115 savaşta şehri savunmuş ve 40’tan fazla kez yıkılıp yeniden inşa edilmiş. Yani şehrin hafızasında önemli bir yere sahip.
Kneza Mihailova Caddesi
İstanbul’da Gezi Parkı’ndan çıkıp İstiklal Caddesi’ne girer gibi, Belgrad’da da Kalemegdan’dan çıkıp Kneza Mihailova Caddesi’ne uzanabilirsiniz. Sağlı sollu mağazaların, kafelerin, restoranların sıralandığı cadde, şehrin en hareketli ve turistik noktalarından bir diğeri. Adını Sırbistan Prensi III. Mihailo Obrenović’ten alan caddenin (Knez=Prens) sonu ise tünele değil Belgrad’ın en büyük meydanına çıkıyor. 😬
Republic Square
Meydanın ortasında durdunuz; karşınızda Ulusal Müze ve hemen önünde Prens Mihailo’nun heykeli, sağınızda Ulusal Tiyatro, arkanızda pek çok tarihi bina ve solunuzda kafelerin meydana yayılmış masalarında göze çarpan buz gibi biralar… Cumhuriyet Meydanı için şehrin kalbinin attığı yer klişesini yapmamak güç. Duyduğumuz kadarıyla şehirdeki eylem ve protestolara da ev sahipliği yapan bu meydanda zamanında, şimdi Kalemegdan’da ikamet eden meşhur İstanbul Kapısı yükseliyormuş.
Sırbistan Ulusal Müzesi
Prens Mihailo heykelini geçip sola döndüğünüzde müzenin giriş kapısına varıyorsunuz. Alt katı arkeoloji müzesi, üstündeki 3 kat ise resim müzesi olarak düzenlenmiş. İçeride hem bu bölgenin çok eski tarihlerden bugüne gelen antik kalıntılarını görebilir, hem de Sırbistan asıllı veya Balkanlardan sanatçıların eserlerini inceleyebilirsiniz. Ayrıca Picasso, Klimt, Van Gogh, Monet gibi pek meşhur sanatçıların bazı eserleri de müzede sergileniyor. Fakat gözleriniz bu ressamların öyle ikonik, ünlü resimlerini aramasın; müzede bu ünlü ressamların az bilinen ve hatta hiç bilinmeyen eserleriyle karşılaşmanız mümkün. Sadece biraz dikkatli bakmanız gerekebilir.
Müzede video çekmek kesinlikle yasak, bunun için sizi takip eden görevliler bile olabiliyor. Maalesef ne sesli rehber ne de detaylı bir broşür mevcut, eserlerle ilgili bilgiler isim ve tarihleriyle sınırlı. Biz birkaç görevliyle muhabbet edip de bazı resimlerle ilgili detaylı bilgi alabildik o kadar. Müzeye giriş kişi başı 300 RSD.
Skadarlija
Cumhuriyet Meydanı’ndan birkaç yüz metre uzaklıktaki, bohemliği tescilli bölgesine hoş geldiniz. Biz burada bir akşamımızı (Dva Jelena’da yemek) ve bir sabahımızı (Pekara Spasa’da kahvaltı) geçirdik ve günün her saatinde farklı bir havası olduğunu fark ettik. 19. yüzyılda, Ulusal Tiyatro’nun inşasında çalışan işçilerin kaldığı bir mahalle olan Skadarlija, bugün restoranları, kafeleri ve geleneksel Sırp tavernaları (kafana deniyor) ile meşhur. Bu yüzden akşam ne kadar canlı ve yüksek ise sabahları o kadar sessiz sakin bir bölge burası. Şehrin gece hayatında önemli bir yeri olan Skadarlija’daki restoranlarda mutlaka bir akşam yemeği hakkınızı kullanın. Bazı mekanlarda canlı müzik oluyor, olmasa da Balkan müzikleriyle coşan ve coşturan sokak müzisyenleri gecenizi güzelleştirebiliyor.
Belgrad Design District
90’larda şehrin ilk alışveriş merkezlerinden biri olarak şehrin göbeğine inşa edilen ve zaman içinde açılan daha büyük AVM’lere yenik düşen bu alan, uzun bir süre boş kalmış. Sonrasında bazı sanatçıların pasajdaki dükkanları kiralamaya başlaması ile harika bir fikirle tasarım merkezine dönüşmüş. Pasajda seramikten tekstile, organik yerel ürünler satan bir dükkandan plakçıya kadar pek çok küçük mağaza mevcut.
Terazije Square
Bir başka tanışıklık daha: Bu meydanın ismi de bizim “terazi” kelimesinden geliyor. 19. ve 20. yüzyıllarda şehrin sosyal hayatının merkezi olan meydan bugün de oldukça kalabalık ve canlı. Pek çok tarihi bina ile çevrili olan meydanın bizce göz bebeği Hotel Moskva.
Hotel Moskva
115 yıldır Belgrad’ın Terazije Meydanı’nda konumlanan Hotel Moskva, 2 dünya savaşı ve 8 farklı devlet sistemine tanıklık etmiş. Şehrin en eskilerinden ve en önemli sembollerinden. Ve bir otelden çok daha fazlası… Kendi deyişleriyle şöyle: “Otelin duvarlarının dili olsaydı, bugüne kadar yaşanan diplomatik stratejileri ve müzakereleri, ilham verici sanatçıları, Nobel ödüllü yazarları, kraliyet eğlencelerini, sonsuz aşkları ve bütün bir gece süren sohbetleri size anlatır, yıllardır duydukları birçok sırrı açığa çıkarırlardı.” Art nouveau stilindeki otelin bugüne kadar pek çok meşhur konuğu olmuş, eğer bütçeniz iyi durumdaysa siz de konuk olabilirsiniz tabii. Biz dışarıdan ve izinle içeriden bol bol fotoğraflamakla yetindik. Mimarisi ve renkleriyle bizi kendine hayran eden Hotel Moskva, Wes Anderson’ın bir sonraki filmine yuva olabilir.
Nikola Tesla Müzesi
Müzede, Sırbistan’ın medarı iftiharı, bilim insanı Nikola Tesla’nın kişisel eşyaları, külleri ve icat ettiği ekipmanlar sergileniyor. Müzeyi kendi kendinize gezmenize izin yok, rehberli tura (İngilizce) katılmak zorunlu; zaten aksi halde anlaşılması imkansız bir alan burası. Turumuz önce bir video gösterisi ile başlıyor, ardından teknik ekipmanların uygulamalı anlatımı ile devam edip Tesla’nın kişisel eşyalarının sergilendiği bir alanda son buluyor. İnteraktif müzede Tesla’nın icat ettiği makinelerin çalışma prensipleri, demo versiyonları üzerinden uygulamalı anlatılıyor. Pazartesi günleri hariç haftanın her günü açık olan müzeye giriş rehberli tur dahil kişi başı 500 RSD.
St. Sava Cathedral
Önünde durup seyre daldığınızda ihtişamıyla büyüleyen, dünyanın en büyük Ortodoks kiliselerinden biri olan Aziz Sava Katedrali, Sırp Ortodoks kilisesinin kurucusuna adanmış. Gitmeden önce fotoğraflardan incelediğimiz katedral, gidip de kendi gözlerimizle gördüğümüzde bizi Ayasofya’ya benzerliği ve fotoğraflardan o kadar da anlaşılmayan büyüklüğüyle gerçekten şaşırttı. 134 metre yüksekliğindeki katedralin gökyüzüne daha da yakın olabilmesi için kubbesinin tepesine 12 metrelik bir haç eklenmiş. Yapının 1935 yılında başlanan inşası 2. Dünya Savaşı yıllarında durmuş ve ancak 1985 yılında tekrar başlamış. Ve bugün hala devam ediyor; biz girdiğimizde içeriden matkap sesleri yükseliyordu.
Yugoslavya Tarihi Müzesi
Eski Yugoslavya’yı ve ülkede hala çok sevilen Başkan Josip Broz Tito’yu daha yakından tanıma şansı sunan müze, bizce şehirdeki en iyi düşünülmüş alandı. Tek bir binadan ziyade devasa bir yeşil alana yayılmış tek katlı birkaç binadan oluşuyor. Orman içinde müze de denebilir. Müzede, zamanında Tito’ya verilmiş göz alıcı hediyelerden piposuna kadar yoğun bir arşiv mevcut. Giriş ise 400 RSD.
Josip Broz Tito’nun Kuća Cveća (Çiçekler Evi) ismindeki anıt mezarı da müzenin kurulduğu alanda yer alıyor. Burası gösterişsiz, sade ve iki yanında çiçeklerle donatılmış bir anıt mezar.
Hyde Park
Dünyadaki tek Hyde Park Londra’da olacak değil ya… 🙃 Yugoslavya Tarihi Müzesi’ne komşu olan bu park, Belgrad’ın en büyük yeşil alanlarından biri.
Zemun
Artık şehrin diğer yakasına geçme vakti. Pek çok Belgradlının yaşamak için tercih ettiği bir bölge olan Zemun, son yıllarda popüleritesi arttıkça çeşitli mekanlara da ev sahipliği yapmaya başlamış. Biz mahallede uzun bir yürüyüşe çıkmadık ama aşağıda bahsedeceğimiz Gardos Kulesi’nden çıktıktan sonra sahil şeridindeki restoranlardan birinde güzel bir öğle yemeği yedik. Zemun’un Tuna Nehri kıyısında, yüzlerce kuğunun yaşadığı bir yerleşke var. Yemekten sonra nehir kıyısında yürüyüp buraya uğradık ve insanların attığı patlamış mısırları havada kapan kuğuların kendilerine yaklaşan köpeklere çılgınlar gibi “kıhhlamalarını” izledik. 😁
Gardoš Tower
Şu an şehrin en iyi manzaralarından bir diğerine bakıyorsunuz… 1896 yılında inşa edilen kule, “Milenyum Kulesi” ya da 400 yıl önce ölen bir Macar kahramandan aldığı isimle “Janos Hunaydin Kulesi” olarak da biliniyor. Tek kişinin sığdığı daracık merdivenlerden yukarıya çıktığınızda Tuna Nehri ve Zemun ayaklarınızın altında uzanıyor. Aşağıdan, yukarıdan ve aslında her bir noktasından çok iyi kareler veren taş yapı, açık hava fotoğraf stüdyosu gibi. Kuleye çıkmak için kişi başı 200 RSD ödemeniz gerekiyor.
Ada Ciganlija
Sava Nehri üzerinde bulunan Ciganlija Adası için Belgradlıların sayfiye yeri diyebiliriz. Yapay olarak karaya bağlanmış olan adada güzel havalarda denize girilebilecek kumsallar, restoran ve kafeler, tenisten Amerikan futboluna pek çok spor türü için sahalar, bisiklet yolları ve elbette bolca yeşil alan bulunuyor. Güzel bir havaya denk geldiyseniz adanın tadı en güzel, kiraladığınız bisikletlere atlayıp adayı turlayarak ve kumsaldaki bir kafenin şezlonglarına serilip buz gibi biraları yudumlayarak çıkıyor, deneyimle sabit. 😉
Belgrad’da görmek istediğiniz her yeri gördünüz ve fazladan bir gününüz varsa, onu mutlaka Ada Ciganlija’da geçirin, pişman olmazsınız.